Mâ
Mâ, yedi şekilde tefsir edilir:
1. Mâ, (olumsuzluk edatı ile aynı anlamda): lâ manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
De ki: "Sizden istemiyorum [mâ (yani, lâj es'elukum] ona karşılık ücretten [min-ecrin] ve ben tekellüfçü-lerden değilim" [mâ (yani, lâj ene mine'l-mütekeüifin] (yani, ben size ücret [ecren] vermenizi teklif edenlerden değilim}.[64] (Sâd/86)
Sana söylenmiyor [mâ (yani, lâ} yuqâlu leke].[65] (Fus-silet/43)
Onlar karınlarında ateş dışında birşey yemezler [mâ
(yani, lâ} ye'kulûne].[66] (Bakara/174)
Hiçbir beşer için olamaz/olacak şey değildir [mâ kâ-ne-olamaz I olacak şey değildir, (yani, lâ yenbağî=ya-kısmaz I uygun düşmez}]: Allah kendisine kitap, hükm ve nübüvvet versin de sonra o, insanlara, "Allah'ı bırakın bana kul olun!" desin. (Âl-i İmrân/79)
Hiçbir beşer için olama?./olacak şey değildir [mâ kâne=olamaz i olacak şey değildir (yani, lâ yenbağî=ya-kışmaz I uygun düşmez}].., (Şûrâ/51)
2. Mâ, leyse I yoktur manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Semûd'a da kardeşleri Salih'i (gönderdik). Dedi ki: "Ey kavmim! İbâdet edin Allah'a; sizin için olamaz O'nun gayrından ilah (yani, sizin için yoktur [leyse le-kum] O'nun gayrı Rabb}. (Hûd/61)
Medyen'e de kardeşleri Şu'ayb'ı (gönderdik). Dedi ki: "Ey kavmim! İbâdet edin Allah'a; sizin için olamaz [mâ lekum] O'nun gayrından ilah (yani, sizin için yoktur [leyse lekum] O'nun gayrı Rabb}. (Hûd/84)
3. Mâ, ellezî [o kilo şey(ler) ki] anlamında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Halkedene [mâ halaqa] erkeği ve dişiyi {yani, O ki halketti [ellezî halaqa] erkeği ve dişiyi}. (Leyl/3)
Onlara geldi o şey ki, verilmedi mi [mâ lem ye'ti {yani, ellezî lem ye'ti}], yoksa, onların evvelki atalarına. (Mii'minûn/68)
Doğrusu, onlar ki ketmediyorlar, o şey ki indirdik [mâ enzelnâ {yani, ellezî enzelâ}] beyyinâttan... (Bakara/159)
De ki: "O şey ki sizden istiyorum [mâ se'eltukum {yani, ellezî se'eltukum}] ücretten; o sizin içindir." (Se-be'/47)
Yaptı sizin için gemilerden ve en'âmdan, o şeyler ki biniyorsunuz [mâ terkebûn (yani, ellezî terkebûn}]. (Zuhruf/12)
Benzeri buyruklar çoktur.
4. Mâ edatı, eyyü [hangi şey, ne?] manasında soru edatı olarak kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
{Oğullarına dedi ki Ya'kûb}: "Neye/hangi şeye [mâ {yani, eyyü şey'] ibâdet edeceksiniz, benim ardımdan?" (Bakara/133)
Onları {yani, Yahudileri} ateşe sabrettiren nedir-/hangi şeydir [mâ {yani, eyyü şey'}] {yani, ateşe sokan bir amele karşılık onların cezaları nedir I hangi şeydir}?! (Bakara/175)
Kahrolası o insanı küfrettiren nedir/hangi şeydir [mâ {yani, eyyü şey']?! (Abese/17)
5. Mâ, lem [muzârî fiilin başına gelen olumsuzluk bildiren edat] olarak kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Rabbimiz Allah'a andolsun ki biz müşrikler olmadık [mâ kunnâ müşrikin] {yani, lem nekun müşrikin: müşrik olanlar değildik}. (En'âm/23)
Olmadık Biz [mâ kunnâ] {yani, lem nekun: değildik Biz} gâibler. (A'râf/7)
Biz olmadık o memleketleri helak eden {yani, lem nekun mühliki'l-qurâ: Biz o kuraları helak etmedik}; müstesna onların ehlinin zâlimler olması. (Kasas/59)
Benzeri buyruklar çoktur.
6. Mâ, kelâmda (ayrıca anlamı olmayan) bir sıla [ulama edatı] -ki bunun Kur'ân tefsirinde belli bir esası yoktur- olarak kullanılır; şu âyetlerde böyledir:
Bilmeli ki Allah çekinmez, mesel darbetmekten, bir sivrisineği [mâ baûdaten]. (Bakara/26)
İbaredeki mâ edatı, ifade arasında (fazladan gelmiş, ayrıca anlamı olmayan) bir sıladır.
Allah'tan bir rahmet sebebiyle/sayesinde sen onlara yumuşak davrandm. (Âl-i İmrân/159)
Âyetteki mâ edatı, ifade arasında bir sıladır; dolayısıyla, fe-bi-mâ rahmeten min-allâhi ifadesi, fe-bi rahmeten min-allâhi demektir.
Fakat mîsâkjannı nakzetmeleri sebebiyle... (Nisa/155)
Âyetteki mâ edatı, ifade arasında bir sıladır; dolayısıyla fe-bi-mâ nakzıhim mîsâqahum ifadesi, fe-bi-nakzıhim mîsâgâhum demektir.
Az bir zaman/çok geçmeden... (Mü'minûn/40)
Âyetteki mâ edatı, ifade arasında bir sıladır; dolayısıyla, 'amma qalîlin ifadesi, 'an qâlîlin demektir.
7. Mâ, (benzetme edatı olan) kemâ [gibi] manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Atalarının inzâr edildiği gibi, bir kavmi inzâr etmen için.[67] (Yâ-Sîn/6)
Buradaki mâ unzire âbâuhum [ataları inzâr edilmemiş] ifadesi, kemâ unzire âbâuhum [atalarının
inzâr edildiği gibi] demektir.
Bedbaht olanlar ateştedir. Orada onlara Öyle bir soluyuş ve inleme vardır ki... Gökler ve yer durdukça (yani, gökler ve yerin, ehl-i dünya için devamlı olması ve oradakilerin ondan çıkamaması gibi} ondadırlar... (Hüd/106-107)
Yani, ehl-i ateş onda/ateşte hep diri olarak kalacaklar; ebediyyen/asla ölmeyeceklerdir. Ateş onlardan ebediyyen kesilmeyecektir. Âyetteki, Rabbinin dilemeni müstesna ifadesindeki istisna, ateşe girmiş bulunan ehl-i tevhîd içindir. Onlar, ebediyyen kalacaklarla birlikte ateşte kalmayacak; cennete gönderilmek üzere ateşten/cehennemden çıkarılacaklardır.
Bahtiyarlar ise cennettedirler. Gökler ve yer durdukça ondadırlar; Rabbinin dilemesi müstesna. (Hûd/108)
Yani, gökler ve yerin ehl-i dünya için devamlı olması, oradakilerin ondan çıkamaması gibi,[68] cennet de ehl-i cennet için devamlı olacaktır. Ehl-i cennet ebediyyen ölmeyecek; cennet de asla son bulmayacaktır. Rabbinin dilemesi müstesna ifadesindeki istisna, cehennemden çıkartılıp cennete sonradan sokulan ve dolayısıyla baştan eksik kalan ehl-i tevhîd içindir.
Mâ, yedi şekilde tefsir edilir:
1. Mâ, (olumsuzluk edatı ile aynı anlamda): lâ manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
De ki: "Sizden istemiyorum [mâ (yani, lâj es'elukum] ona karşılık ücretten [min-ecrin] ve ben tekellüfçü-lerden değilim" [mâ (yani, lâj ene mine'l-mütekeüifin] (yani, ben size ücret [ecren] vermenizi teklif edenlerden değilim}.[64] (Sâd/86)
Sana söylenmiyor [mâ (yani, lâ} yuqâlu leke].[65] (Fus-silet/43)
Onlar karınlarında ateş dışında birşey yemezler [mâ
(yani, lâ} ye'kulûne].[66] (Bakara/174)
Hiçbir beşer için olamaz/olacak şey değildir [mâ kâ-ne-olamaz I olacak şey değildir, (yani, lâ yenbağî=ya-kısmaz I uygun düşmez}]: Allah kendisine kitap, hükm ve nübüvvet versin de sonra o, insanlara, "Allah'ı bırakın bana kul olun!" desin. (Âl-i İmrân/79)
Hiçbir beşer için olama?./olacak şey değildir [mâ kâne=olamaz i olacak şey değildir (yani, lâ yenbağî=ya-kışmaz I uygun düşmez}].., (Şûrâ/51)
2. Mâ, leyse I yoktur manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Semûd'a da kardeşleri Salih'i (gönderdik). Dedi ki: "Ey kavmim! İbâdet edin Allah'a; sizin için olamaz O'nun gayrından ilah (yani, sizin için yoktur [leyse le-kum] O'nun gayrı Rabb}. (Hûd/61)
Medyen'e de kardeşleri Şu'ayb'ı (gönderdik). Dedi ki: "Ey kavmim! İbâdet edin Allah'a; sizin için olamaz [mâ lekum] O'nun gayrından ilah (yani, sizin için yoktur [leyse lekum] O'nun gayrı Rabb}. (Hûd/84)
3. Mâ, ellezî [o kilo şey(ler) ki] anlamında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Halkedene [mâ halaqa] erkeği ve dişiyi {yani, O ki halketti [ellezî halaqa] erkeği ve dişiyi}. (Leyl/3)
Onlara geldi o şey ki, verilmedi mi [mâ lem ye'ti {yani, ellezî lem ye'ti}], yoksa, onların evvelki atalarına. (Mii'minûn/68)
Doğrusu, onlar ki ketmediyorlar, o şey ki indirdik [mâ enzelnâ {yani, ellezî enzelâ}] beyyinâttan... (Bakara/159)
De ki: "O şey ki sizden istiyorum [mâ se'eltukum {yani, ellezî se'eltukum}] ücretten; o sizin içindir." (Se-be'/47)
Yaptı sizin için gemilerden ve en'âmdan, o şeyler ki biniyorsunuz [mâ terkebûn (yani, ellezî terkebûn}]. (Zuhruf/12)
Benzeri buyruklar çoktur.
4. Mâ edatı, eyyü [hangi şey, ne?] manasında soru edatı olarak kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
{Oğullarına dedi ki Ya'kûb}: "Neye/hangi şeye [mâ {yani, eyyü şey'] ibâdet edeceksiniz, benim ardımdan?" (Bakara/133)
Onları {yani, Yahudileri} ateşe sabrettiren nedir-/hangi şeydir [mâ {yani, eyyü şey'}] {yani, ateşe sokan bir amele karşılık onların cezaları nedir I hangi şeydir}?! (Bakara/175)
Kahrolası o insanı küfrettiren nedir/hangi şeydir [mâ {yani, eyyü şey']?! (Abese/17)
5. Mâ, lem [muzârî fiilin başına gelen olumsuzluk bildiren edat] olarak kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Rabbimiz Allah'a andolsun ki biz müşrikler olmadık [mâ kunnâ müşrikin] {yani, lem nekun müşrikin: müşrik olanlar değildik}. (En'âm/23)
Olmadık Biz [mâ kunnâ] {yani, lem nekun: değildik Biz} gâibler. (A'râf/7)
Biz olmadık o memleketleri helak eden {yani, lem nekun mühliki'l-qurâ: Biz o kuraları helak etmedik}; müstesna onların ehlinin zâlimler olması. (Kasas/59)
Benzeri buyruklar çoktur.
6. Mâ, kelâmda (ayrıca anlamı olmayan) bir sıla [ulama edatı] -ki bunun Kur'ân tefsirinde belli bir esası yoktur- olarak kullanılır; şu âyetlerde böyledir:
Bilmeli ki Allah çekinmez, mesel darbetmekten, bir sivrisineği [mâ baûdaten]. (Bakara/26)
İbaredeki mâ edatı, ifade arasında (fazladan gelmiş, ayrıca anlamı olmayan) bir sıladır.
Allah'tan bir rahmet sebebiyle/sayesinde sen onlara yumuşak davrandm. (Âl-i İmrân/159)
Âyetteki mâ edatı, ifade arasında bir sıladır; dolayısıyla, fe-bi-mâ rahmeten min-allâhi ifadesi, fe-bi rahmeten min-allâhi demektir.
Fakat mîsâkjannı nakzetmeleri sebebiyle... (Nisa/155)
Âyetteki mâ edatı, ifade arasında bir sıladır; dolayısıyla fe-bi-mâ nakzıhim mîsâqahum ifadesi, fe-bi-nakzıhim mîsâgâhum demektir.
Az bir zaman/çok geçmeden... (Mü'minûn/40)
Âyetteki mâ edatı, ifade arasında bir sıladır; dolayısıyla, 'amma qalîlin ifadesi, 'an qâlîlin demektir.
7. Mâ, (benzetme edatı olan) kemâ [gibi] manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Atalarının inzâr edildiği gibi, bir kavmi inzâr etmen için.[67] (Yâ-Sîn/6)
Buradaki mâ unzire âbâuhum [ataları inzâr edilmemiş] ifadesi, kemâ unzire âbâuhum [atalarının
inzâr edildiği gibi] demektir.
Bedbaht olanlar ateştedir. Orada onlara Öyle bir soluyuş ve inleme vardır ki... Gökler ve yer durdukça (yani, gökler ve yerin, ehl-i dünya için devamlı olması ve oradakilerin ondan çıkamaması gibi} ondadırlar... (Hüd/106-107)
Yani, ehl-i ateş onda/ateşte hep diri olarak kalacaklar; ebediyyen/asla ölmeyeceklerdir. Ateş onlardan ebediyyen kesilmeyecektir. Âyetteki, Rabbinin dilemeni müstesna ifadesindeki istisna, ateşe girmiş bulunan ehl-i tevhîd içindir. Onlar, ebediyyen kalacaklarla birlikte ateşte kalmayacak; cennete gönderilmek üzere ateşten/cehennemden çıkarılacaklardır.
Bahtiyarlar ise cennettedirler. Gökler ve yer durdukça ondadırlar; Rabbinin dilemesi müstesna. (Hûd/108)
Yani, gökler ve yerin ehl-i dünya için devamlı olması, oradakilerin ondan çıkamaması gibi,[68] cennet de ehl-i cennet için devamlı olacaktır. Ehl-i cennet ebediyyen ölmeyecek; cennet de asla son bulmayacaktır. Rabbinin dilemesi müstesna ifadesindeki istisna, cehennemden çıkartılıp cennete sonradan sokulan ve dolayısıyla baştan eksik kalan ehl-i tevhîd içindir.