El-Hudâ
el-Hudâ, on yedi şekilde tefsir edilir:
1. el-Hudâ, beyân manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
İşte şunlar, Rabb'lerinden bir hudâ (yani, beyan} üze-' rindedir.[3] (Bakara/5)
İşte şunlar, Rabb'lerinden bir hudâ {yani, beyan} üzerindedir.[4] (Lokmân/5)
Bunun doğrulayıcı ifadesi de Fussilet süresindeki şu âyettir:
Semûd (kavmin)e gelince, Biz onlara hudâ/hidâyet ettik {yani, beyan ettik I bildirdik}. (Fussilet/17)
Gerçekten Biz onu yola hudâ/hidâyet ettik {yani, ona beyan ettik I bildirdik}. (İnsan/3)
Şu, onlar için bir hudâ/hidâyet sebebi olmadı mı {yani, onlara beyan etmedi I bildirmedi mil: Kendilerinden evvel kaç kurun helak ettik, onların meskenlerinde gezip dolaşıyorlar? Şüphe yok ki şunda, üstün akıl sahiplerine işaretler/deliller vardır. (Tâ-Hâ/128)
Şu, onlar için bir hudâ/hidâyet sebebi olmadı mı {yani, onlara beyan etmedi I bildirmedi mi}: Kendilerinden evvel kaç kurun helak ettik, onların meskenlerinde gezip dolaşıyorIar?*Şüphe yok ki şunda, işaretler/delli-ler vardır, kulak vermeyecekler mi? (Secde/26)
Buna benzer âyetler çoktur.
2. el-Hudâ ile, İslâm dîni kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Şüphesiz ki sen, dosdoğru bir hudâ {yani, dosdoğru bir dîn: îslâmj üzerindesin. (Hacc/67)
De ki: "Şüphesiz hudâ, Allah'ın hudâsıdır" {yani, dîn, İslâm dînidir}. (Bakara/120)
Şüphesiz hudâ, Allah'ın hudâsıdır" {yani, dîn, islâm dînidir}. (En'âm/71)
Buna benzer âyetler çoktur.[5]
3. Hudâ ile, imân kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Allah hudâya erenlerin hudâsmı arttırır {yani, onların îmânını arttırır}. (Meryem/76)
Biz de onların hudâlarını {yani, îmânlarını) arttırmıştık. (Kehf/13)
Size geldikten sonra sizi hudâdan {yani, îmândan} biz mi alıkoyduk?! (Sebe'/32)
Senin yanındaki ahdi gereği bizim için Rabbine du'â et. Gerçekten biz hudâya geleceğiz {yani, îmân edeceğiz} mü'minler olacağız}. (Zuhruf/49)
Bunun benzerleri çoktur.
4. Hudâ, dâî/davetçi manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
{Ey Nebi}! Sen sadece bir uyarıcısın. Esasen her kavm için bir hadi vardır {yani, onları davet eden bir davetçi olmuştur}. (Ra'd/7)
Muhakkak ki sen, sırât-ı müstakîm'e hudâ/hidâyet {yani, davet! ediyorsun. (Şûrâ/52)
Musa'nın kavminden de hakka hudâ/hidâyet (yani, davet! eden bir ümmet vardır. (A'râf/159)
Onlardan, emrimizle hudâ/hidâyet (yani, davet! eden önderler kıldık.[6] (Secde/24)
Gerçekten bu Kur'ân doğruya hudâ/hidâyet iyani, davet} eder. (îsrâ/9)
Biz Musa'dan sonra indirilmiş olup önündekini doğrulayarak hakka hudâ/hidâyet {yani, davet} eden bir Kitap dinledik. (Ahkâf/30)
Rüşde buda/hidâyet {yani, davet} ediyor. (Cin/2)
Onları cahîmin yoluna hudâ/hidâyet {yani, davet! edin! (Sâffât/23)
Bunun benzeri âyetler çoktur.
5. Hudâ [hidâyet], marifet [bilmek, tanımak, öğrenmek] manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde böyledir:
Ve alâmetler (yarattı). Onlar yıldızla da hudâ/hidâyet bulurlar {yani, yollarını tanırlar bilip öğrenirler!. (NahV16)
Onda [yeryüzünde], hudâ/hidâyet bulabilsinler {yani, gidecekleri yolları tanısınlar! bilsinler} diye yollar yaptık. (Enbiyâ/31)
Muhakkak ki Ben; yönelen, îmân eden ve sâlih amel işleyen, sonra, hudâya/hidâyete eren {yani, hidâyeti tanıyarak bilerek onu zikreden}[7]kimse için gaffarım [çok bağışlayıcıyım], (Tâ-Hâ/82)
Bakalım hudâ/hidâyete erecek {yani, sırrı tanıyacak/bilecek} mi, yoksa hidâyete ermeyenlerden {yani, sırrı tanımayanlardan } bilmeyenlerden}[8] mi olacak? (Neml/41)
Bu gibi âyetler çoktur.
6. Huda, kitaplar ve rasûller manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Şayet Benden size bir hudâ {yani, rasûller ve kitaplar! gelir de... (Bakara/38)
Şayet Benden size bir hudâ {yani, rasûller ve kitap-lar} gelir de... (Tâ-Hâ/123)
7. Hudâ; doğruluk, doğru yolu bulmak manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
"Umarım Rabbim beni sevâe's-sebîle hudâ/hidâyet eyler"{yani, doğruya iletir, doğruyu gösterir} dedi. (Kasas/22)
Ve ben ateşin başında bir hudâ (yani, bana yolu gösterecek bir kimse} bulurum. (Tâ-Hâ/10)
Bizi sevâi's-sirâta hudâ/hidâyet eyle (yani, bize doğru yolu göster}! (Sâd/22)
Buna benzer âyetler çoktur.
8. Hudâ, Muhammed'in durumu anlamında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Doğrusu, inzal ettiğimiz beyyinâtı ve hudâyı {yani, Muhammed'in durumunu, o'nun nebi-rasûl olduğunu} gizleyenler... (Bakara/159)
Doğrusu, hudânm {yani, Muhammed'in durumunun, o'nun nebi-rasûl olduğunun} kendilerine beyan edilmesinin ardından arkalarını dönenler... (Muhammed/25)
Huda'nın {yani, Muhammed'in durumunun, o'nun nebi-rasûl olduğunun} kendilerine beyan edilmesinin ardından o Rasûl'e karşı gelenler... (Muhammed/32)
9. el-Hudâ ile, Kur'ân kasdedilmiştir; şu âyetlerde böyledir:
Andolsun ki Rabb'lerinden onlara hudâ {yani, Kur'ân} gelmiştir. (Necm/23)
Onlara hudâ {yani, her şeyin açıklamasını ihtiva eden Kur'ân} geldiğinde, insanları îmân etmekten alıkoyan şey, "Allah, rasûl olarak bir beşeri mi
bahsetti" demeleridir. (İsrâ/94)
Onlara hudâ {yani, her şeyin açıklamasını ihtiva eden Kur'ân} geldiğinde, insanları îmân etmekten ve Rabb'lerine istiğfar etmekten alıkoyan şey, ancak evvelkilerin sünnetinin kendilerine de gelmesini beklemeleridir. (Kehf/55)
10. el-Hudâ ile, Tevrat kasdedilmiştir; şu âyetlerde
böyledir:
Andolsun ki Musa'ya hudâ {yani, Tevrat'ı} vermiştik. (Mü'min/53)
Andolsun ki Musa'ya Kitap vermiş, —onun likasından şüphe etme- ve onu İsrâîloğulları için hudâ {yani, Tevrat'ı rehberlik} kılmıştık/yapmıştık. (Secde/23)
Bunun bir benzeri de İsrâ sûresindedir.[9]
11. Hudâ, istircâda bulunmaya [innâ lillâh... demeye] iletilmek manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
İşte Rabb'lerinden salavât ve rahmet onlara ve işte hudâya/hidâyete erenler {yani, istircâda bulunmaya iletilenler} de onlardır. (Bakara/157)
Kim Allah'a {yani, kendisine isabet eden musibetin Allah'tan olduğuna[10] îmân ederse, onun kalbini hudâya/hidâyete erdirir {yani, kalbini istircâda bulunmaya iletir}, (Teğâbün/11)
12. Lâ yehdî [hidâyet etmez I hidâyete iletmez], hüccet/delil ortaya koy amama i delil ikâme edememe, dalâletten dînine iletmeme manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Allah kendisine mülk verdi diye Rabbi hakkında Ib-râhîm iîe çekişeni bilmiyor musun? Hani İbrahim, "Benim Rabbim dirilten ve öldürendir" deyince o, "Ben de diriltir ve öldürürüm" demişti. îbrâhîm, "Muhakkak ki Allah güneşi doğudan getiriyor, haydi sen onu batıdan getir" deyince, o kâfir apışıp kalmıştı. Allah zâlknler kavmini hudâya (yani, hüccet I delil ikâme etmeye, delil ortaya koymaya, dalâletten dînine} iletmez. (Bakara/258)
Siz hacılara su vermeyi ve Mescid-i Haram'm imaretini... Allah zâlimler kavmini hudâya {yani, hüccet! delil ikâme etmeye, delil ortaya koymaya, dalâletten dinine} iletmez. (Tevbe/19)
Allah zâlimler kavmini hudâya {yani, dalâletten dînine} iletmez. (Cuma/5)
Benzeri âyetler çoktur.
13. el-Hudâ, tevhîd manasında kullanılır; şu âyetlerde böyledir:
Seninle birlikte hudâya {yani, tevhide ve hak dine} tâbi olursak, yerimizden koparılıp atılırız. (Kasas/57)
O ki Rasûlü'nü hudâ {yani, tevhîd} ve hak dîn ile gönderdi. (Saff/9)
Bunun bir benzeri de Feth sûresindedir.[11]
14. Hudâ, sünnet anlamında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Biz atalarımızı bir ümmet üzerinde bulduk; biz de onların âsârı üzerinde giderek hudâya/hidâyete ereriz [muhtedûn] (yani, küfür hususunda onların sünnetlerini takİb ederek doğruyu buluruz}. (Zuhruf/22)
İşte bunlar (yani, nebiler} Allah'ın hudâ/hidâyet ettiği kimselerdir. O halde sen de onların hidâyetlerine {yani, tevhîd hususundaki sünnetlerine} iktida et! (En'âm/90)
15. Lâ yehdî [hidâyete erdirmez/iletmez] ibaresi ile, ıslah etmez anlamı kasdedilmiştir; şu âyette olduğu gibi:
Şüphesiz Allah hâinlerin keydini hudâya/hidâyete erdirmez {yani, zinakârların amelini ıslah etmez}. (Yûsuf/52)
16. el-Hudâ, hayvanlara[12] ilham manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Rabbimiz her şeye {yani, yeryüzünde hareket eden canlılara hayvanlara} hilkatini {kendisine uygun olan suretini} veren, sonra da hudâ/hidayet {yani, sonra da ona maişetini ve otlayacağı yeri nasıl bulacağını ilham} edendir. (Tâ-Hâ/50)
O ki takdir edip {yani, erkeği ve dişiyi yaratmayı takdir edip} hudâ/hidâyet verendir {yani, erkeğe, dişiye nasıl yaklaşacağını, dişinin ona nasıl geleceğini [dişiyi nasıl celbedeceğini] ilham edendir}. (A'lâ/3)
17. Hudnâ, tevbe ettik Idöndük manasında kullanılır; şu âyette olduğu gibi:
Şüphesiz biz Sana hudnâ ettik {yani, biz Sana döndük}.[13] (A'râf/156)
el-Hudâ, on yedi şekilde tefsir edilir:
1. el-Hudâ, beyân manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
İşte şunlar, Rabb'lerinden bir hudâ (yani, beyan} üze-' rindedir.[3] (Bakara/5)
İşte şunlar, Rabb'lerinden bir hudâ {yani, beyan} üzerindedir.[4] (Lokmân/5)
Bunun doğrulayıcı ifadesi de Fussilet süresindeki şu âyettir:
Semûd (kavmin)e gelince, Biz onlara hudâ/hidâyet ettik {yani, beyan ettik I bildirdik}. (Fussilet/17)
Gerçekten Biz onu yola hudâ/hidâyet ettik {yani, ona beyan ettik I bildirdik}. (İnsan/3)
Şu, onlar için bir hudâ/hidâyet sebebi olmadı mı {yani, onlara beyan etmedi I bildirmedi mil: Kendilerinden evvel kaç kurun helak ettik, onların meskenlerinde gezip dolaşıyorlar? Şüphe yok ki şunda, üstün akıl sahiplerine işaretler/deliller vardır. (Tâ-Hâ/128)
Şu, onlar için bir hudâ/hidâyet sebebi olmadı mı {yani, onlara beyan etmedi I bildirmedi mi}: Kendilerinden evvel kaç kurun helak ettik, onların meskenlerinde gezip dolaşıyorIar?*Şüphe yok ki şunda, işaretler/delli-ler vardır, kulak vermeyecekler mi? (Secde/26)
Buna benzer âyetler çoktur.
2. el-Hudâ ile, İslâm dîni kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Şüphesiz ki sen, dosdoğru bir hudâ {yani, dosdoğru bir dîn: îslâmj üzerindesin. (Hacc/67)
De ki: "Şüphesiz hudâ, Allah'ın hudâsıdır" {yani, dîn, İslâm dînidir}. (Bakara/120)
Şüphesiz hudâ, Allah'ın hudâsıdır" {yani, dîn, islâm dînidir}. (En'âm/71)
Buna benzer âyetler çoktur.[5]
3. Hudâ ile, imân kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Allah hudâya erenlerin hudâsmı arttırır {yani, onların îmânını arttırır}. (Meryem/76)
Biz de onların hudâlarını {yani, îmânlarını) arttırmıştık. (Kehf/13)
Size geldikten sonra sizi hudâdan {yani, îmândan} biz mi alıkoyduk?! (Sebe'/32)
Senin yanındaki ahdi gereği bizim için Rabbine du'â et. Gerçekten biz hudâya geleceğiz {yani, îmân edeceğiz} mü'minler olacağız}. (Zuhruf/49)
Bunun benzerleri çoktur.
4. Hudâ, dâî/davetçi manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
{Ey Nebi}! Sen sadece bir uyarıcısın. Esasen her kavm için bir hadi vardır {yani, onları davet eden bir davetçi olmuştur}. (Ra'd/7)
Muhakkak ki sen, sırât-ı müstakîm'e hudâ/hidâyet {yani, davet! ediyorsun. (Şûrâ/52)
Musa'nın kavminden de hakka hudâ/hidâyet (yani, davet! eden bir ümmet vardır. (A'râf/159)
Onlardan, emrimizle hudâ/hidâyet (yani, davet! eden önderler kıldık.[6] (Secde/24)
Gerçekten bu Kur'ân doğruya hudâ/hidâyet iyani, davet} eder. (îsrâ/9)
Biz Musa'dan sonra indirilmiş olup önündekini doğrulayarak hakka hudâ/hidâyet {yani, davet} eden bir Kitap dinledik. (Ahkâf/30)
Rüşde buda/hidâyet {yani, davet} ediyor. (Cin/2)
Onları cahîmin yoluna hudâ/hidâyet {yani, davet! edin! (Sâffât/23)
Bunun benzeri âyetler çoktur.
5. Hudâ [hidâyet], marifet [bilmek, tanımak, öğrenmek] manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde böyledir:
Ve alâmetler (yarattı). Onlar yıldızla da hudâ/hidâyet bulurlar {yani, yollarını tanırlar bilip öğrenirler!. (NahV16)
Onda [yeryüzünde], hudâ/hidâyet bulabilsinler {yani, gidecekleri yolları tanısınlar! bilsinler} diye yollar yaptık. (Enbiyâ/31)
Muhakkak ki Ben; yönelen, îmân eden ve sâlih amel işleyen, sonra, hudâya/hidâyete eren {yani, hidâyeti tanıyarak bilerek onu zikreden}[7]kimse için gaffarım [çok bağışlayıcıyım], (Tâ-Hâ/82)
Bakalım hudâ/hidâyete erecek {yani, sırrı tanıyacak/bilecek} mi, yoksa hidâyete ermeyenlerden {yani, sırrı tanımayanlardan } bilmeyenlerden}[8] mi olacak? (Neml/41)
Bu gibi âyetler çoktur.
6. Huda, kitaplar ve rasûller manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Şayet Benden size bir hudâ {yani, rasûller ve kitaplar! gelir de... (Bakara/38)
Şayet Benden size bir hudâ {yani, rasûller ve kitap-lar} gelir de... (Tâ-Hâ/123)
7. Hudâ; doğruluk, doğru yolu bulmak manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
"Umarım Rabbim beni sevâe's-sebîle hudâ/hidâyet eyler"{yani, doğruya iletir, doğruyu gösterir} dedi. (Kasas/22)
Ve ben ateşin başında bir hudâ (yani, bana yolu gösterecek bir kimse} bulurum. (Tâ-Hâ/10)
Bizi sevâi's-sirâta hudâ/hidâyet eyle (yani, bize doğru yolu göster}! (Sâd/22)
Buna benzer âyetler çoktur.
8. Hudâ, Muhammed'in durumu anlamında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Doğrusu, inzal ettiğimiz beyyinâtı ve hudâyı {yani, Muhammed'in durumunu, o'nun nebi-rasûl olduğunu} gizleyenler... (Bakara/159)
Doğrusu, hudânm {yani, Muhammed'in durumunun, o'nun nebi-rasûl olduğunun} kendilerine beyan edilmesinin ardından arkalarını dönenler... (Muhammed/25)
Huda'nın {yani, Muhammed'in durumunun, o'nun nebi-rasûl olduğunun} kendilerine beyan edilmesinin ardından o Rasûl'e karşı gelenler... (Muhammed/32)
9. el-Hudâ ile, Kur'ân kasdedilmiştir; şu âyetlerde böyledir:
Andolsun ki Rabb'lerinden onlara hudâ {yani, Kur'ân} gelmiştir. (Necm/23)
Onlara hudâ {yani, her şeyin açıklamasını ihtiva eden Kur'ân} geldiğinde, insanları îmân etmekten alıkoyan şey, "Allah, rasûl olarak bir beşeri mi
bahsetti" demeleridir. (İsrâ/94)
Onlara hudâ {yani, her şeyin açıklamasını ihtiva eden Kur'ân} geldiğinde, insanları îmân etmekten ve Rabb'lerine istiğfar etmekten alıkoyan şey, ancak evvelkilerin sünnetinin kendilerine de gelmesini beklemeleridir. (Kehf/55)
10. el-Hudâ ile, Tevrat kasdedilmiştir; şu âyetlerde
böyledir:
Andolsun ki Musa'ya hudâ {yani, Tevrat'ı} vermiştik. (Mü'min/53)
Andolsun ki Musa'ya Kitap vermiş, —onun likasından şüphe etme- ve onu İsrâîloğulları için hudâ {yani, Tevrat'ı rehberlik} kılmıştık/yapmıştık. (Secde/23)
Bunun bir benzeri de İsrâ sûresindedir.[9]
11. Hudâ, istircâda bulunmaya [innâ lillâh... demeye] iletilmek manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
İşte Rabb'lerinden salavât ve rahmet onlara ve işte hudâya/hidâyete erenler {yani, istircâda bulunmaya iletilenler} de onlardır. (Bakara/157)
Kim Allah'a {yani, kendisine isabet eden musibetin Allah'tan olduğuna[10] îmân ederse, onun kalbini hudâya/hidâyete erdirir {yani, kalbini istircâda bulunmaya iletir}, (Teğâbün/11)
12. Lâ yehdî [hidâyet etmez I hidâyete iletmez], hüccet/delil ortaya koy amama i delil ikâme edememe, dalâletten dînine iletmeme manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Allah kendisine mülk verdi diye Rabbi hakkında Ib-râhîm iîe çekişeni bilmiyor musun? Hani İbrahim, "Benim Rabbim dirilten ve öldürendir" deyince o, "Ben de diriltir ve öldürürüm" demişti. îbrâhîm, "Muhakkak ki Allah güneşi doğudan getiriyor, haydi sen onu batıdan getir" deyince, o kâfir apışıp kalmıştı. Allah zâlknler kavmini hudâya (yani, hüccet I delil ikâme etmeye, delil ortaya koymaya, dalâletten dînine} iletmez. (Bakara/258)
Siz hacılara su vermeyi ve Mescid-i Haram'm imaretini... Allah zâlimler kavmini hudâya {yani, hüccet! delil ikâme etmeye, delil ortaya koymaya, dalâletten dinine} iletmez. (Tevbe/19)
Allah zâlimler kavmini hudâya {yani, dalâletten dînine} iletmez. (Cuma/5)
Benzeri âyetler çoktur.
13. el-Hudâ, tevhîd manasında kullanılır; şu âyetlerde böyledir:
Seninle birlikte hudâya {yani, tevhide ve hak dine} tâbi olursak, yerimizden koparılıp atılırız. (Kasas/57)
O ki Rasûlü'nü hudâ {yani, tevhîd} ve hak dîn ile gönderdi. (Saff/9)
Bunun bir benzeri de Feth sûresindedir.[11]
14. Hudâ, sünnet anlamında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Biz atalarımızı bir ümmet üzerinde bulduk; biz de onların âsârı üzerinde giderek hudâya/hidâyete ereriz [muhtedûn] (yani, küfür hususunda onların sünnetlerini takİb ederek doğruyu buluruz}. (Zuhruf/22)
İşte bunlar (yani, nebiler} Allah'ın hudâ/hidâyet ettiği kimselerdir. O halde sen de onların hidâyetlerine {yani, tevhîd hususundaki sünnetlerine} iktida et! (En'âm/90)
15. Lâ yehdî [hidâyete erdirmez/iletmez] ibaresi ile, ıslah etmez anlamı kasdedilmiştir; şu âyette olduğu gibi:
Şüphesiz Allah hâinlerin keydini hudâya/hidâyete erdirmez {yani, zinakârların amelini ıslah etmez}. (Yûsuf/52)
16. el-Hudâ, hayvanlara[12] ilham manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Rabbimiz her şeye {yani, yeryüzünde hareket eden canlılara hayvanlara} hilkatini {kendisine uygun olan suretini} veren, sonra da hudâ/hidayet {yani, sonra da ona maişetini ve otlayacağı yeri nasıl bulacağını ilham} edendir. (Tâ-Hâ/50)
O ki takdir edip {yani, erkeği ve dişiyi yaratmayı takdir edip} hudâ/hidâyet verendir {yani, erkeğe, dişiye nasıl yaklaşacağını, dişinin ona nasıl geleceğini [dişiyi nasıl celbedeceğini] ilham edendir}. (A'lâ/3)
17. Hudnâ, tevbe ettik Idöndük manasında kullanılır; şu âyette olduğu gibi:
Şüphesiz biz Sana hudnâ ettik {yani, biz Sana döndük}.[13] (A'râf/156)