El-Kelâm
el-Kelâm, beş şekilde tefsir edilir:
1. el-Kelâm; Allah'ın, kullarıyla vahy dışındaki konuşması! söz söylemesi manasında kullanılır; şu âyette olduğu gibi:
Ve Allah'ın Musa ya kelâm etmesi/söz söylemesi (yani, vahy dışındaki konuşması) gibi.[154]" (Nisâ/164)
Halbuki onlardan (yani, İsrâîloğulları'ndanj bir fırka lyani, Mftsaran seçtiği yetmiş kişi! vardı ki, Allah'ın kelâmını işitirler,[155] sonra, onu anlamalarının ardından bile bile onu tahrif ederlerdi,[156] (Bakara/75)
2. Kelâmullâh [Allah'ın kelâmı], vahy: Kur'ân manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Eğer müşriklerden biri senden eman dilerse, ona eman ver; ki kelâmullâhı/Allah'ın kelâmını lyani, ey Muhammed, Allah'ın sana vahyettiği Kur'ân'ıj dinlesin. (Tevbe/6)
Kelâmullâhı/Allah'm kelâmım (yani, Allah'ın, Nebisi'ne söylediği, De ki: "Asla peşimizden gelmeyeceksiniz" sözünü} tebdil etmeyi irade ederler. (Feth/15)
3. Kelimâtullâh [Allah'ın kelimeleri] ibaresi, Allah'ın ilmi ve acâiblikleri I hayret verici işleri manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
De ki: "Rabbimin kelimeleri {yani, Rabbimin ilmi ve hayret verici işleri} için denizler mürekkep olsaydı, Rabbimin kelimeleri {yani, ilmi ve hayret verici işleri} tükenmeden önce denizler tükenirdi." (Kehf/109)
Eğer yerdeki ağaçlar hep kalem, denizler de mürek-keb olsa, ardından yedi deniz daha ilave edilse, yine de Allah'ın kelimeleri {yani, ilmi ve hayret verici işleri} tükenmezdi. (Lokmân/27)
4. Kelâm ile, ölüm esnasında yaratılmışların söyledikleri, fakat Âdemoğulları'nın duymadıkları sözler kasdedümiştir: Mü'minûn süresindeki şu âyetlerde olduğu gibi:
Onların her birine ölüm geldiğinde, "Rabbim beni döndür!" der. Ölüm gelip çatınca kâfir, iyiliklerinin az, kötülüklerinin çok olduğunu görür ve dünyadan çıkmadan önce ölüm meleğine bakar; geri dön-dürülmeyi ve yalanladığı şeyleri tasdik etmeyi temenni eder:
Nihayet onların {yani, kâfirlerini birine ölüm geldiğinde, "Rabbim! Beni döndür de bıraktiğımda/terketti-ğimde sâlih amel işleyeyim" der. (Mü'minün/99-100)
Sonra Yüce Allah yeni bir hitabla, onun dediğini reddetmek üzere buyurmaktadır ki:
Hayır, hayır! Doğrusu o, onun söylemiş olduğu bir sözden ibarettir. (Mü'minûn/100)
Ancak onun bu sözlerini Âdemoğullari duymaz. Tıpkı, boğulacağı vakit, Ölüm meleğinin indiğini gördüğünde Fir'avn'm, Ben îmân ettim. Hakikaten Isrâîloğulları'nın îmân ettikleri dışında ilah yok ve ben teslim olanlardanım (Yûnus/90) demesinde olduğu gibi. Ölüm meleğinin geldiği boğulma esnasındaki imanının ona bir faydası olmadı. Şayet boğulmaya başlamadan önce îmân etmiş olsaydı, îmânının kendisine faydası olacaktı. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
Ehl-i Kitap'tan hiç kimse yoktur ki, ölümünden {yani, onlardan hiç biri ölmeden) evvel o'na {yani, isa'ya} îmân etmeyecek olsun. (Nisâ/159)
Ehl-i Kitap'tan hiç kimse, isa'ya îmân etmedikçe ölmez; fakat ölüm meleğini gördükten ve ölüm onlara geldikten sonra bu îmânlarının bir faydası olmaz. Çünkü dünyadakilerin telaffuz ettikleri gibi îmânı telaffuz etmeye güçleri yetmez. İşte şu buyruk bunu anlatmaktadır:
Yoksa, kötülükleri yapıp yapıp (yani, şirk koşup} da nihayet onlardan birine ölüm gelip çattığında (yani, birisi Ölüm haline düşüp iyiliklerini ve kötülüklerini görmeye başladığında}, "Ben -{yaratılmışların onun sözünü işitemeyecekleri bir zamanda}- şimdi tevbe ettim" diyenlere ve kâfir olarak ölenlere tevbe yoktur {yani ölüm sırasında tevbe etmeyecek hiçbir kâfir yoktur, fakat bu tevbenin ona bir faydası olmaz. Kâfir olarak ölenlerin de günahı bağışlanmaz}. İşte onlar için acıklı bir azâb hazırladık. (Nisâ/18)
5. Kelâm lafzı ile, dünyada azabı gördükleri sırada kâfirlerin imân ettiklerine dair söyledikleri sözler ve agçmişte azaba uğratılmış ümmetlerin sözleri kasdedil-nıiştir; şu âyette olduğu gibi:
Be'simizi {yani, dünyada azabımızı} gördüklerinde, "Allah'a îmân ettik; O'nun birliğine" dediler. (Mü'min/84)
Allah ise (onların bu îmânları ile ilgili olarak) şöyle buyurmaktadır:
Ama (başlarına azabın inmesi esnasındaki} îmânlarının onlara bir faydası olmadı; (tıpkı, boğulurken îmân etmesinin Fir'avn'a bir faydasının olmadığı gibi}. (Mü'min/85)
Be'simizi hissettiklerinde hemen oradan kaçışıyorlardı. (Enbiyâ/12)
Onlar, "Veyl bize! Biz gerçekten zâlimlerdik" dediler. (Enbiyâ/14)
Böylelikle kendilerine zulmettiklerini ve rasûllerin getirdiklerine îmân ettiklerim ikrar ettiler, dünyaya geri döndürülmeyi ve güzel amel işlemek için kendilerine süre tanınmasını istediler.[157]
Elim azabı görünceye kadar ona îmân etmezler. Onlara ansızın gelecek ve onlar şuurunda olmayacaklar. "Acaba bize mühlet verilir mi?" diyecekler. (Şu'arâ/201-203)
Vuku bulduğu zaman mı ona îmân edeceksiniz? Şimdi mi {iman ediyorsunuz}? Hani siz onun çabucak gelmesini isteyip duruyordunuz ya! (Yûnus/51)
el-Kelâm, beş şekilde tefsir edilir:
1. el-Kelâm; Allah'ın, kullarıyla vahy dışındaki konuşması! söz söylemesi manasında kullanılır; şu âyette olduğu gibi:
Ve Allah'ın Musa ya kelâm etmesi/söz söylemesi (yani, vahy dışındaki konuşması) gibi.[154]" (Nisâ/164)
Halbuki onlardan (yani, İsrâîloğulları'ndanj bir fırka lyani, Mftsaran seçtiği yetmiş kişi! vardı ki, Allah'ın kelâmını işitirler,[155] sonra, onu anlamalarının ardından bile bile onu tahrif ederlerdi,[156] (Bakara/75)
2. Kelâmullâh [Allah'ın kelâmı], vahy: Kur'ân manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Eğer müşriklerden biri senden eman dilerse, ona eman ver; ki kelâmullâhı/Allah'ın kelâmını lyani, ey Muhammed, Allah'ın sana vahyettiği Kur'ân'ıj dinlesin. (Tevbe/6)
Kelâmullâhı/Allah'm kelâmım (yani, Allah'ın, Nebisi'ne söylediği, De ki: "Asla peşimizden gelmeyeceksiniz" sözünü} tebdil etmeyi irade ederler. (Feth/15)
3. Kelimâtullâh [Allah'ın kelimeleri] ibaresi, Allah'ın ilmi ve acâiblikleri I hayret verici işleri manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
De ki: "Rabbimin kelimeleri {yani, Rabbimin ilmi ve hayret verici işleri} için denizler mürekkep olsaydı, Rabbimin kelimeleri {yani, ilmi ve hayret verici işleri} tükenmeden önce denizler tükenirdi." (Kehf/109)
Eğer yerdeki ağaçlar hep kalem, denizler de mürek-keb olsa, ardından yedi deniz daha ilave edilse, yine de Allah'ın kelimeleri {yani, ilmi ve hayret verici işleri} tükenmezdi. (Lokmân/27)
4. Kelâm ile, ölüm esnasında yaratılmışların söyledikleri, fakat Âdemoğulları'nın duymadıkları sözler kasdedümiştir: Mü'minûn süresindeki şu âyetlerde olduğu gibi:
Onların her birine ölüm geldiğinde, "Rabbim beni döndür!" der. Ölüm gelip çatınca kâfir, iyiliklerinin az, kötülüklerinin çok olduğunu görür ve dünyadan çıkmadan önce ölüm meleğine bakar; geri dön-dürülmeyi ve yalanladığı şeyleri tasdik etmeyi temenni eder:
Nihayet onların {yani, kâfirlerini birine ölüm geldiğinde, "Rabbim! Beni döndür de bıraktiğımda/terketti-ğimde sâlih amel işleyeyim" der. (Mü'minün/99-100)
Sonra Yüce Allah yeni bir hitabla, onun dediğini reddetmek üzere buyurmaktadır ki:
Hayır, hayır! Doğrusu o, onun söylemiş olduğu bir sözden ibarettir. (Mü'minûn/100)
Ancak onun bu sözlerini Âdemoğullari duymaz. Tıpkı, boğulacağı vakit, Ölüm meleğinin indiğini gördüğünde Fir'avn'm, Ben îmân ettim. Hakikaten Isrâîloğulları'nın îmân ettikleri dışında ilah yok ve ben teslim olanlardanım (Yûnus/90) demesinde olduğu gibi. Ölüm meleğinin geldiği boğulma esnasındaki imanının ona bir faydası olmadı. Şayet boğulmaya başlamadan önce îmân etmiş olsaydı, îmânının kendisine faydası olacaktı. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
Ehl-i Kitap'tan hiç kimse yoktur ki, ölümünden {yani, onlardan hiç biri ölmeden) evvel o'na {yani, isa'ya} îmân etmeyecek olsun. (Nisâ/159)
Ehl-i Kitap'tan hiç kimse, isa'ya îmân etmedikçe ölmez; fakat ölüm meleğini gördükten ve ölüm onlara geldikten sonra bu îmânlarının bir faydası olmaz. Çünkü dünyadakilerin telaffuz ettikleri gibi îmânı telaffuz etmeye güçleri yetmez. İşte şu buyruk bunu anlatmaktadır:
Yoksa, kötülükleri yapıp yapıp (yani, şirk koşup} da nihayet onlardan birine ölüm gelip çattığında (yani, birisi Ölüm haline düşüp iyiliklerini ve kötülüklerini görmeye başladığında}, "Ben -{yaratılmışların onun sözünü işitemeyecekleri bir zamanda}- şimdi tevbe ettim" diyenlere ve kâfir olarak ölenlere tevbe yoktur {yani ölüm sırasında tevbe etmeyecek hiçbir kâfir yoktur, fakat bu tevbenin ona bir faydası olmaz. Kâfir olarak ölenlerin de günahı bağışlanmaz}. İşte onlar için acıklı bir azâb hazırladık. (Nisâ/18)
5. Kelâm lafzı ile, dünyada azabı gördükleri sırada kâfirlerin imân ettiklerine dair söyledikleri sözler ve agçmişte azaba uğratılmış ümmetlerin sözleri kasdedil-nıiştir; şu âyette olduğu gibi:
Be'simizi {yani, dünyada azabımızı} gördüklerinde, "Allah'a îmân ettik; O'nun birliğine" dediler. (Mü'min/84)
Allah ise (onların bu îmânları ile ilgili olarak) şöyle buyurmaktadır:
Ama (başlarına azabın inmesi esnasındaki} îmânlarının onlara bir faydası olmadı; (tıpkı, boğulurken îmân etmesinin Fir'avn'a bir faydasının olmadığı gibi}. (Mü'min/85)
Be'simizi hissettiklerinde hemen oradan kaçışıyorlardı. (Enbiyâ/12)
Onlar, "Veyl bize! Biz gerçekten zâlimlerdik" dediler. (Enbiyâ/14)
Böylelikle kendilerine zulmettiklerini ve rasûllerin getirdiklerine îmân ettiklerim ikrar ettiler, dünyaya geri döndürülmeyi ve güzel amel işlemek için kendilerine süre tanınmasını istediler.[157]
Elim azabı görünceye kadar ona îmân etmezler. Onlara ansızın gelecek ve onlar şuurunda olmayacaklar. "Acaba bize mühlet verilir mi?" diyecekler. (Şu'arâ/201-203)
Vuku bulduğu zaman mı ona îmân edeceksiniz? Şimdi mi {iman ediyorsunuz}? Hani siz onun çabucak gelmesini isteyip duruyordunuz ya! (Yûnus/51)