Siyaset

Hamidullah

Yönetici

Yönetici
Tem 13, 2014
2,497
T. C.
SİYASET Emir, nehiy ve terbiye gibi mânâlara gelen siyaset kelimesi Arapçâ dır ve sase fülinden masdardır. İbn-i Abdin "siyaseti" şu şekilde tarif etmektedir: "Siyaset, halkı dünya ve ahirette kurtulacakları yola irşad etmekle, onların salâh ve manfaatlerine çalışmaktır."(1) Bu tarifin devamında da; bütün İslâmî hükümlerin "iman" ve "siyaset" çevresinde döndüğünü beyan etmektedir.Hz. Âdem (as) ile başlayan tevhid mücadelesi, şer'i siyaset üzerine kurulmuştur. Resul-i Ekrem (sav)'in: "Nefsim yed-i kudretinde olan Allahû Teâla (cc)'ya yemin olsun ki, arzusunu İslâm'a tâbi kılmayan kimse iman etmiş olmaz."(2) buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyla mü'minler; hevâ ve heveslerini bir kenara bırakıp, İslâmî hükümlere kayıtsız ve şartsız teslim olmak mecburiyetindedirler. İşte, bu kat'i teslimiyet, siyaset'tir. İslâm ûleması ilimlerin en şereflisinin ilm-i siyaset olduğu hususunda ittifak etmiştir.İçinde yaşadığımız toplumda sürekli gündemde kalan meselelerin başında "siyasetin" geldiği tartışılamaz. Esasen "demokratik-laik" bütün toplumlarda siyasî hareketler insanları yakından ilgilendirir. Çünkü hüküm koyma hakkının kayıtsız ve şartsız insana devredildiği, lâik toplumlarda heva ve hevesler yaygınlaşır. Halkı müslüman olan ülkelerde "siyâset'ten nefret" psikolojisi de yaygındır. Bilhassa müslümanlar, temelde yalana dayandığı gerekçesi ile, siyasî hareketlere karşı ilgisizdirler. "Siyaset'ten nefret" psikolojisini bir kaç yönden izah etmek mümkündür. Birincisi; Hz. Hüseyin (ra)'in Kerbelâ'da feci şekilde şehid edilmesinden sonra başlayan Melik-i Adûd dönemi mü'minlerin siyasî haklarını engellemiştir. İmam-ı Azam Ebû Hanife (rha) başta olmak üzere birçok müctehid imamın zindanlarda şehid edilmesi, ikrah-ı mülciye varan bir baskı ve kılıç zoruyla alınan bey'atlar, ümmet-i Muhammed'i "siyasetten" soğutmuştur. Dolayısiyle bütün muteber kaynaklarda "devlet kapısından uzak kalmanın" fazileti üzerinde durulmuştur. İkincisi; Resûl-i Ekrem (sav)'den geldiği malûm ve meşhur olan hükümlerin aksine olan itikadlar da, "siyaset" kanalı ile gelişmiştir. Başta hariciler olmak üzere "ehl-i sünnetten" ayrılan bütün fırkalar, siyasî bazı tezler ileri sürerek taraftar toplama yolunu seçmişlerdir. Üçüncüsü; "siyaset" kelimesinin Osmanlı döneminde ölüm mânâsına kullanılması da, nefret psikolojisini geliştirmiştir. O dönemdeki herhangi bir fetvada yer alan; "siyaset oluna" hükmü ta'ziren öldürülmeyi beraberinde getirmektedir.Hevâ ve heveslerine göre hükümler icad eden tiranların, krallarm ve meclislerin sınırlarını çizdiği siyaset ise; siyaset-i zâlime hükmündedir. İbn-i Abidin: "Siyaset-i zâlime, halkın haklarına zıt olan siyasettir ki, şeriat bunu haram kılmıştır"(3) diyerek meselenin ehemmiyetini ortaya koyuyor. Dolayısıyle tâgûtî güçlerin anayasaları çerçevesi içerisindeki her türlü siyaset, siyaset-i zâlime hükmündedir.Sonuç olarak; "Galû Bela dan beri müslümanım" diyen her mükellef, şer'i şerifin hududları içerisinde dahil olan siyaset-i âdile hususunda hassas olmak zorundadır. Zira imamet ve bey'at ile ilgili ilimler, her mükellef üzerine farz-ı ayndır.(Bkz: Bey'at ve Hilâfet maddeleri).
 
Üst Alt