Muhabbetullah

Hamidullah

Yönetici

Yönetici
Tem 13, 2014
2,497
T. C.
MUHABBETULLAH
Elhamdulillahi Rabbi’l-Aâlemîn Ve’s-Salâtü ve’s-Selâmü alâ Rasûlinâ Muhammedin ve Âlihî ve Sahbihî ecmeîn


FANİYİM FANİ OLANI İSTEMEM...
ACİZİM ACİZ OLANI İSTEMEM....
RUHUMU RAHMANA TESLİM EYLEDİM GAYR İSTEMEM...
İSTERİM FAKAT BİR YAR-I BAKİ İSTERİM...
ZERREYİM FAKAT BİR ŞEMS-İ SERMET İSTERİM...
HİÇ ENDER HİÇİM FAKAT BU MEVCUDATI BİRDEN İSTERİM….

DUA:
Allah resulullah ın şu müjdesine bizi nail eylesin inş.

YA GÖRSELERDİ NE YAPARLARDI!
Allah meleklerine sorar "Kullarım ne istiyorlar?" diye. Melekler "Sana tazim ediyorlar." derler. Allah sorar: "Onlar beni gördüler mi?" "Hayır" denir. Allah "Ya görselerdi?" diye cevap verir.
Hz. Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor: "Resülullah (s.a.v.) buyurdular ki:
"Allah'ın, yollarda dolaşıp zikredenleri araştıran melekleri vardır. Allahu Teâla'yı zikreden bir cemaate rastlarlarsa, birbirlerini "Aradığınıza gelin!" diye çağırırlar. (Hepsi gelip) onları kanatlarıyla kuşatarak dünya semasına kadar arayı doldururlar. Allah, -onları en iyi bilen olduğu halde- meleklere sorar:
"Kullarım ne diyorlar?"
"Seni tespih ediyorlar, sana tekbir okuyorlar, sana tahmid okuyorlar. Sana tazim (temcid) ediyorlar" derler. Rabb Teâla sormaya devam eder: "Onlar beni gördüler mi?", "Hayır!" derler.
"Ya görselerdi ne yaparlardı?" "Eğer seni görselerdi ibâdette çok daha ileri giderler; çok daha fazla ta'zim, çok daha fazla tespihde bulunurlardı." derler. Allah, tekrar sorar:
"Onlar ne istiyorlar?" "Senden, derler, cennet istiyorlar."
"Cenneti gördüler mi?" der. "Hayır ey Rabb'imiz!" derler.
"Ya görselerdi ne yaparlardı?" der.
"Eğer görselerdi, derler, cennet için daha çok hırs gösterirler, onu daha ısrarla isterler, ona daha çok rağbet gösterirlerdi." Allah Teâla sormaya devam eder:
"Neden istiâze ediyorlar?" "Cehennemden istiâze ediyorlar" derler.
İSTİAZE: Ateş ve azaptan Allah a sığınma.
"Onu gördüler mi?" der. "Hâyır Rabb'imiz, görmediler!" derler. "Ya görselerdi ne yaparlardı?" der.
"Eğer cehennemi görselerdi ondan daha şiddetli kaçarlar, daha şiddetli korkarlardı." derler.
Bunun üzerini Rabb Teâla şunu söyler:
"Sizi şâhid kılıyorum, onları affettim! Resülullah (s.a.v.) sözüne devamla şunu anlattı:
"Onlardan bir melek der ki: "Bunların arasında falanca günahkâr kul dahi var. Bu onlardan değil. O başka bir maksadla uğramıştı, oturuverdi."
Allah Teâla.. "Onu da affettim, onlar öyle bir cemaat ki onlarla oturanlar da onlar sayesinde bedbaht olmazlar" buyurur." Buhâri, Daavât 66, Müslim, Zikr 25, (2889); Tırmizi, Daavât 140, (3595).

----Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (as) buyurdu ki: "Allah bir kulu sevdi mi, Cebrâil (as)'e şöyle seslenir: "Ben falanca kişiyi seviyorum, sen de sev!" Bunun üzerine semâda aynı şekilde nida edilir. Sonra, arz ehli arasına onun sevgisi indirilir. Bunu şu ayet ifade etmektedir. (Meryem 96)
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَيَجْعَلُ لَهُمُ الرَّحْمَنُ وُدًّا
İnnellezîne âmenû ve amilus sâlihâti se yec’alu lehumur rahmânu vuddâ(vudden). "İnanıp hayırlı iş işleyenleri Rahmân sevgili kılacaktır" (Meryem 96). "Allah bir kula buğzettimi, Cibril (aleyhisselam)'e seslenir: Ben falancaya buğz ediyorum. Bu şekilde semâda nida edilir. Sonra, yeryüzüne onun hakkında buğz indirilir."
ALLAH DOSTU MENKIBE
ASR SURESİ
İmam-ı Şafi Hazretleri buyuruyor ki: “Farz-ı muhâl yani olması mümkün değil ama eğer Kur’ân-ı Kerim kaybolmuş olsaydı, bir tek sure O’nun bütününü bize anlatabilirdi. O sure, Vel Asr Suresi
RİSALE:Katiyen bil ki, hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi, iman-ı billâhtır. Ve insaniyetin en âli mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman-ı billâh içindeki marifetullahtır. Cin ve insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır. Ve ruh-u beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en sâfi sevinç, o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniyedir.
MARİFETULLAH: Marifet, tanıma, bilme demektir Marifetullah, Allah’ı Kur’anın bildirdiği gibi tanıma, sıfatlarını, isimlerini ve bunların sonsuz kemalde olduğunu bilme, İlâhî hakikatlere vakıf olma, şeklinde özetlenebilir Evet, bütün hakikî saadet ve hâlis sürur ve şirin nimet ve sâfi lezzet, elbette marifetullah ve muhabbetullahtadır. Onlar, onsuz olamaz. Cenâb-ı Hakkı tanıyan ve seven, nihayetsiz saadete, nimete, envâra, esrara, ya bilkuvve veya bilfiil mazhardır. Onu hakikî tanımayan, sevmeyen, nihayetsiz şekavete, âlâma ve evhama mânen ve maddeten müptelâ olur.Evet, şu perişan dünyada, âvâre nev-i beşer içinde, semeresiz bir hayatta, sahipsiz, hâmisiz bir surette, âciz, miskin bir insan, bütün dünyanın sultanı da olsa kaç para eder? İşte bu âvâre nev-i beşer içinde, bu perişan, fâni dünyada, insan sahibini tanımazsa, mâlikini bulmazsa, ne kadar biçare sergerdan olduğunu herkes anlar. Eğer sahibini bulsa, mâlikini tanısa, o vakit rahmetine iltica eder, kudretine istinad eder. O vahşetgâh dünya, bir tenezzühgâha döner ve bir ticaretgâh olur.

MUHABBETULLAH İTAATİ GEREKTİRİR. İTAAT İNAYETLE DOĞRU ORANTILIDIR.
âyet-i azîmesi, ittibâ-ı sünnet ne kadar mühim ve lâzım olduğunu pek kat'î bir surette ilân ediyor. Evet, şu âyet-i kerime, kıyâsât-ı mantıkıye içinde, kıyas-ı istisnâî kısmının en kuvvetli ve kat'î bir kıyasıdır. Şöyle ki:
Nasıl mantıkça kıyas-ı istisnâî misali olarak deniliyor: "Eğer güneş çıksa gündüz olacak." Müsbet netice için denilir: "Güneş çıktı. Öyleyse netice veriyor ki, şimdi gündüzdür." Menfi netice için deniliyor: "Gündüz yok. Öyleyse netice veriyor ki, güneş çıkmamış." Mantıkça, bu müsbet ve menfi iki netice katîdirler.
Aynen böyle de, şu âyet-i kerime der ki: Eğer Allah'a muhabbetiniz varsa, Habibullaha ittibâ edilecek. İttibâ edilmezse, netice veriyor ki, Allah'a muhabbetiniz yoktur. Muhabbetullah varsa, netice verir ki, Habibullahın Sünnet-i Seniyyesine ittibâı intaç eder.
Evet, Cenâb-ı Hakka iman eden, elbette Ona itaat edecek. Ve itaat yolları içinde en makbulü ve en müstakimi ve en kısası, bilâşüphe, Habibullahın gösterdiği ve takip ettiği yoldur.

NÜKTELER:

ALLAH DEMEK
Fakir bir genç, padişahın kızına aşık olmuş. Bu ümitsiz sevdasını gidip memleketin meşhur dervişine anlatarak yardım dilemiş. Derviş: “evladım, şehrin girişinde, tam yol ağzına otur, kim ne derse desin sadece Allah” diye cevap ver” demiş.
Fakir genç denileni yapmış. Günlerce, aylarca şehrin girişinde başka hiçbir kelime konuşmadan “Allah” demiş. Derviş, yiyeceğini, içeceğini her gün getiriyormuş. “Allah” diyen genç halk arasında meşhur olmaya başlamış. Nihayet bir gün padişah da genci merak etmiş. Dervişten genç hakkında bilgi istemiş.
Derviş, gencin devrin büyüklerinden olduğunu söylemiş. Padişah, kalkıp genci ziyaret etmiş. “Kimsin?, Derdin ne? Ne istersin?” demiş ise de, genç padişaha karşı da “Allah” demekten vazgeçmemiş. Başka tek kelime konuşmamış.
Derviş akşam gencin yanına gitmiş. Padişah sana “kızımı vereyim” deyene kadar sen ondan sakın ha bir istekte bulunmayasın!” diye tembihte bulunmuş. Nihayet bir gün padişah gelip: “Ne istiyorsun, istiyorsan seni kızımla evlendiriyim deyince, genç, dervişin şaşkın bakışları altında: “yok” demiş.
-“Artık onu istemiyorum. Ben başka bir hatıra Allah dedim. Allah devrin padişahını ayağıma getirip, benim gibi miskin bir gence kendi kızını teklif ettirdi. Onun hatırına Allah deseydim kim bilir ne olurdu? Ben bundan böyle Ondan başkasını anmıyor, Ondan başkasını istemiyorum”

1. İmam Buharı, İsmail b. Halil kanalı ile İbn Ömer'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Sizden önceki ümmetlerden üç kişi bir ara yola koyulup yürümekte idiler. Yağmura yakalandılar. Bir mağaraya sığındılar. İçeri girdikten sonra mağaranın kapısına bir kaya gelip kapıyı kapattı. Birbirlerine şöyle dediler; «Vallahi sizi buradan ancak doğruluk kurtarır. Sizden her biriniz, doğru davrandığı bir işini anlatarak dua etsin.» Onlardan biri şöyle dedi: «Allah'ım, sen de biliyorsun ki, benîm bir işçim vardı. Bir ölçek pirinç karşılığında benim için çalıştı. Ücretini almadan çekip gitti. Ben de o bir ölçeklik pirinci ektim. Elde edilen mahsul ile bir inek aldım. Bilahare o işçi yanıma gelip ücretini istedi. Ben de ona: «İşte şu ineği al ve götür.» dedim. O bana: «Ben bir ölçek pirinç karşılığında senin yanında çalışmıştım.» deyince ben ona dedim ki: «Şu ineği al ve götür. Çünkü şu ineği, o bir ölçeklik pirinçle satın aldım.» Adam, ineği alıp götürdü. Ey Rabbim, biliyorsun ki ben bu işi, senden korktuğum için böyle yapmıştım. Bizi bu sıkıntıdan kurtar.» Adamın böyle dua etmesi üzerine mağaranın kapısındaki kaya parçası biraz aralandı. Diğeri de şöyle dua etti:

«Allah'ım, biliyorsun ki, benim yaşlı anne ve babam vardı. Her gece onlara koyunlarımın sütünü getirip içirirdim. Bir gece geciktim. Geç vakitlerde eve geldim. Onlar uyumuşlardı. Çoluk çocuğum ise, açlıktan bağrışıp çağrışıyorlardı. Anne ve babama içirmeden, onlara süt içirmezdim. Takat onları uykudan uyandırmaktan da hoşlanmadım. Onları kendi hallerine bırakmaktan da hoşlanmadım. Şafak doğuncaya kadar onları bekledim. Eğer bu işi sırf senin korkundan dolayı yaptığımı biliyorsan, bizi bu sıkıntıdan kurtar.»

Kapıdaki kaya parçası biraz daha aralandı. Göğü görebildiler. Diğeri de şöyle dua etti:

«Allah'ım, biliyorsun ki, benim bir amcam kızı vardı. İnsanlar arasında en çok sevdiğim oydu. Onunla olmak istedim, ama o -kendisine yüz dinar vermedikçe- benimle olmak istemedi. O parayı bulmaya çalıştım. Nihayet elde ettim. Yamna gittim. Parayı kendisine verdim. O da benimle olmaya razı oldu. Bacaklarının arasına oturduğumda: «Allah'tan kork, hakkını vermedikçe (nikah kıymadıkça) mührü bozma.» dedi. Ben de yerimden kalktım ve yüz dinarı ona bıraktım. Eğer bu işi sırf senin korkundan ötürü yapmış isem, bizi bu sıkıntıdan kurtar.» Cenâb-ı Allah, onları, o dar yerden kurtardı, dışarı çıktılar.»

ALLAH IM SEN BİZE SENİ ANLATAN DİLLER,
SENİN İÇİN AĞLAYAN GÖZLER
SENİN İÇİN ÇALIŞAN BEDENLER
UĞRUNDA GEÇEN GECELER GÜNDÜZLER,
SEVGİNLE DOLUP TAŞAN KALPLER İHSAN EYLE.
YA RABBİ KABUL SENDEN RED SENDEN ŞİFA SENDEN DERT SENDEN.
İMAN VERDİN DAİM EYLE. İHSAN VERDİN KAİM EYLE.

Evet, bu kâinatı bu derece in'âmât ile dolduran Zât-ı Kerîm-i Zülcelâl, zîşuurlardan o nimetlere karşı şükür istemesi, zarurî ve bedihîdir. Hem bu kâinatı bu kadar mucizât-ı san'atla tezyin eden o Zât-ı Hakîm-i Zülcelâl, elbette, bilbedâhe, zîşuurlar içinde en mümtaz birisini Kendine muhatap ve tercüman ve ibâdına mübelliğ ve imam yapacaktır. Hem bu kâinatı had ve hesaba gelmez tecelliyât-ı cemal ve kemâlâtına mazhar eden o Zât-ı Cemîl-i Zülkemal, elbette, bilbedâhe, sevdiği ve izharınıistediği cemal ve kemal ve esmâ ve san'atının en câmi ve en mükemmel mikyas ve medarı olan bir zâta, herhalde en ekmel bir vaziyet-i ubudiyeti verecek ve onun vaziyetini sairlerine numune-i imtisal edip herkesi onun ittibâına sevk edecek. Tâ ki o güzel vaziyeti başkalarında da görünsün.Elhasıl: Muhabbetullah, Sünnet-i Seniyyenin ittibâını istilzam edip intaç ediyor. Ne mutlu o kimseye ki, Sünnet-i Seniyyeye ittibâından hissesi ziyade ola. Veyl o kimseye ki, Sünnet-i Seniyyeyi takdir etmeyip bid'alara giriyor.
NÜKTELER:
DİPNOT: Rivayete göre:YA HAYYUM YA KAYYUM sıfatları, Mevla Teala'nın isimlerinin en büyüğüdür. Bunlara "İsm-i Azam" denmiştir. İsa (a.s.) "ölüleri diriltmek istediğinde, bu isimlerle dua ederdi. Denizde boğulma tehlikesine maruz kalanların, "Ya Hayyü, Ya Kayyüm" ismiyle duaya devam etmelerinin lazım olduğu rivayet edilmiştir.
 
Üst Alt