Kavm-Kıyam

Hamidullah

Yönetici

Yönetici
Tem 13, 2014
2,497
T. C.
KAVM-KIYAM-NESEB İdeolojiler hakikati bulmanın değil, ancak birbirlerinin yanlışını tesbit etmenin ve hakikatten mahrum kalmanın vasıtalarıdır. İnsanın yaratılışı ve kâinat içerisindeki yeri konusunda değişik teoriler ortaya atılmıştır. Efsanelerden ve destanlardan yola çıkan filozofların, vardıkları sonuçların ilmî bir değeri olmadığı gibi, kavimlerin menşei konusundaki teorilerinin de bir değeri yoktur. Zira Hz. Âdem (as)'dan itibaren aile, asabe, aşiret, kavm ve devlet vakıaları devam etmektedir. Bu sünnetûllah, kıyamete kadar devam edecektir. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de "Ey insanlar!. Hakikat biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi (sırf) birbirinizle tanışmanız için büyük büyük cemiyetlere, küçük küçük kabilelere ayırdık. Şüphesiz ki sizin Allah nezdinde en şerefliniz, takvaca en ileri olanınızdır."(1) hükmü beyan buyurulmuştur. Dolayısıyla insanların birbirleriyle münasebet kurmaları, tabiî bir hadisedir. Türkçe'de "ilişki, yakınlık ve uygunluk" gibi mânâlarda kullandığımız münasebet kelimesi Arapça olup Ne-Se-Be köküne dayanmaktadır. Günlük konuşmalarımızda neseb kelimesini sık sık kullanırız. Ancak bunun münasebet kelimesiyle ilgisi üzerinde hiç durmayız. Halbuki aynı aileden gelen insanlar; (neseb birliği) birbirleriyle daima ilişki (münasebet) halindedirler. Kâmûs mütercimi Âsım efendi "münasebet" kelimesini şöyle izah etmektedir: "Bir nesne ahere (başka bir nesneye) ya iki nesne birbirine, şibih ve misl olmak mânâsınadır ki, karabet (akrabalık) manasından melhuzdur." İfade biraz ağır. Ancak münasebet kelimesinin neseb birliği (karabet) ile âlâkası ortaya konulmuştur. Feraiz ilminde, asabenin ayrı bir yeri vardır. İsim olarak "asab"; sinir ve sarmaşık mânâsına gelir. Masdarından türetilmiş birçok kelime daha vardır ki; hepsi de "bağlamak, toplanmak, birikmek, etrafını çevirmek ve himaye etmek" gibi mânâlara gelir. Asabiyyet ise, aynı kökten gelen asabenin nisbî masdarıdır. Asabe bir hukuk terimi oluşunun dışında, "bir kimsenin baba tarafından akrabaları" mânâsına kullanılır. Bu noktadan hareket edilerek "akrabasının ve aşireti durumunda olan kimselerin yardımına koşma, onları zulüm ve haksızlıkta destekleme" işine asabiyet gayreti denilmiştir. Sahabe-i kiram'dan Cübeyr b. Mûtim (r.a) tarafından rivayet edilen hadis-i şerifte Resûl-i Ekrem (sav): "Halkı, asabiyet için toplanmaya çağıran, asabiyet uğrunda döğüşüp, çarpışan ve asabiyet yolunda ölen kimse bizden değildir."(2) buyurmuştur. İbn-i Abidin "cenaze namazı" bahsinde: "Çeteci; zulüm için kavmine yardım eden, onlar için gelen kimsedir. `Asabiyete çağıran yahut asabiyet için çarpışan bizden değildir.' hadisi bu kabildendir. Dürerü'l-Bihar şerhi Nevâzil'de şöyle denilmiştir: "Ulemâmız asabiyet için öldürülenleri bu tafsilata göre bağiler hükmünde tutmuşlardır. el-Muğni adlı kitapta Dervazekli ile Kelebâzlı da baği hükmünde tutulmuştur. (Dervazek ile Kelebâz iki mahalle olup, biri Buhara'da, diğeri Nişabur'dadır). Bu gibilere durup bakarken, kendilerine taş veya başka bir şey isabet ederek o halde ölenler de bu hükümdedir. Oradan dağıldıktan sonra ölürlerse (cenaze) namazları kılınır."(3) diyerek, önemli bir hususa işaret etmiştir. Müftabih kavle göre, zulüm ve haksızlık için kavmine yardım eden kimse, o esnada ölürse, cenaze namazı kılınmaz.Takva ve hayır hususunda kavmine yardım eden, onların zulümlerini durdurmak için gayret sarfeden kimse sâlih bir amel işlenıiş olur. Bu girişten sonra şu önemli nokta üzerinde durmakta fayda vardır. İnsanların kavimlerini, dillerini ve renklerini kendi iradeleriyle seçemedikleri muhakkaktır. Bu mahiyete hiç kimsenin bir itirazı olamaz. Çünkü hiç kimse dünyaya gelirken, dilekçe vererek hangi kavimden olacağını, hangi dili konuşacağını veya rengini talep etmiş değildir. Allahû Teâlâ nın (cc) takdiri sözkonusudur. İnsanın kendi iradesi ve ameli sonucu kazanmadığı kavmi, dili ve rengi sebebiyle övünmesi cahilliğinin verdiği bir gururdan ibarettir. Gurur kelimesi gar kökünden gelir ve aldatma mânâsınadır. İnsan bazen kendi kendini de (gurura kapılarak) aldatır. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Ey insanlar! Haberiniz olsun ki, Rabbiniz birdir. Babanız da (Hz. Âdem) birdir. Biliniz ki; arabın arap olmayan üzerinde, arap olmayanın da arap üzerinde; kızıl derilinin siyah derili üzerinde, siyah derilinin de kızıl derili üzerinde, hiçbir üstünlüğü ve fazileti yoktur (hepiniz yaratılış olarak birsiniz). Ancak üstünlük takva iledir. Tebliğ ettim mi?"(4) buyurduğu sabittir.Günümüzde yanlış kullanılan kavramlardan birisi de kavmdir. Zira Arapçâ da kavm; aynı soydan gelsin veya gelmesin, insan topluluğu mânâsında kullanılmıştır. Asabe ve aşirette "nesep birliği" ön plandadır. Ancak kavm için, nesep birliği zaruri değildir. Nitekim Kâmusta bu mesele şu şekilde açıklanmıştır: "Şârih der ki; kavmin cemaate ıtlâkı mühimmata kıyamları tasavvuruna mebnidir. Yani "kavme; cemaat ve topluluk anlamı verilmesi, önemli işlere kalkışmaları (kıyamları) düşüncesine dayanır." Mesele bu açıdan ele alındığı zaman kavm; kıyam edebilen ferdlerin bir araya gelmesiyle meydana gelen bir topluluktur. Kur'ân-ı Kerim'de kavm terimi hem devlet, hem topluluk mânâsına kullanılmıştır: "Bir mü'minin, diğer bir mü'mini yanlışlık eseri olmayarak (kasden) öldürmesi yakışmaz. Kim bir mü'mini yanlışlıkla (hataen öldürürse, mü'min bir köleyi azad etmesi ve (ölenin) ailesine teslim edilecek bir diyet vermesi lâzımdır. Meğer ki onlar(o diyeti) sadaka olarak bağışlamış olsunlar. Eğer (öldürülen) mü'min olmakla beraber, size düşman olan bir kavmden (darû'l-harp ahalisinden) ise, o zaman öldürenin mü'min bir köle azad etmesi lazımdır. Şayet kendileriyle aranızda anlaşma olan bir kavimden (darû'l-musalâha ahalisinden) ise, o vakit mirasçılarına bir diyet vermek ve bir de mü'min bir köle azad etmek gerekir. Kim (bunları) bulamazsa, Allah'dan tevbesinin kabülü için, birbiri ardınca iki ay oruç tutması icab eder. "Allah her şeyi bilendir, gerçek hüküm ve hikmet sahibidir."(5) İmam-ı Şafii (rh.a) bu âyeti zikrettikten sonra şunları beyan eder: "Görüldüğü gibi Allahû Teâla (cc) hataen öldürülen bir mü'min için, diyet ve bir kölenin azadını emretmiştir. Aramızda muahede bulunan; kanı, dâr ı ve ahdi korunması gerekenlerin durumlarını da beyan buyurmuştur. Kanı ve dâr ı masûm olmayan; dâru'l-harp'te yaşayan mü'min için ise diyet yoktur. Keffaret vardır. Zira mü'minin kanı iman etmesi sebebiyle korunmuştur."(6) Dikkat edilirse bu âyet-i kerime'de; mü'minlerin gerek savaş, gerek musalaha yaptıkları devletler, kavm olarak anılmaktadır. Dolayısıyle bu âyette kavm terimi, devlet mânâsınadır. İslâm devletinin, bir toplumun bütün fertleriyle sulh yapması düşünülemez. Muhakkak ki, sulh yapılacak toplumun siyasî bir teşkilatının olması gerekir. Mü'minlerin emîri ile kâfirlerin emîri, karşılıklı sulh imzalayabilirler. Bu gerçekleştiği zaman, darû'l-musalaha vakıası ortaya çıkar. Bu durumda "Şayet aranızda anlaşma olan bir kavimden (devletten) ise, o vakit mirasçılarına bir diyet vermek ve bir de mü'min köle azad etmek gerekir" hükmü açıklık kazanmış olur.Kur'ân-ı Kerim'de kavm terimi, toplum mânâsına da kullanılmıştır: "(Musa) `Ya Rabbi!.. Ben kendimle kardeşimden başkasına, sahip değilim (sözüm geçmiyor). Artık bizimle bu fâsık kavmin (kavmi'l fâsikiyn) arasını sen ayır' dedi."(7) Burada kavm terimi, toplum mânâsına kullanılmıştır. Sadece Farabî, bu âyette yer alan kavm kelimesinin "devlet" mânâsına kullanıldığı kanaatindedir. Ancak Hz. Musa (a.s)'ın şikâyet ettiği toplum, iman eden, fakat itaat etmeyen kimselerden müteşekklidir. Yine bir diğer âyet-i kerimede: "Daha evvel de Nuh kavmini (helâk ettik). Çünkü onlar fâsık bir kavim (kavmen fâsikiyn) idiler."(8) hükmü beyan buyurulmuştur. Burada da kavm terimi, toplum mânâsınadır.Sonuç olarak şunu söylemek mümkündür. Aile, asabe ve aşiret arasında "nesep birliği" ön plândadır. Kavm için nesep birliği zaruri değildir. Zira kavm terimi; Kur'ân-ı Kerim'de ve sünnette, hem "devlet", hem "topluluk" mânâsına kullanılmıştır. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Kim bir kavme benzerse, o (kimse de) onlardandır."(9) hadisi de, bu açıdan değerlendirilmelidir.Kavm terimi ve ıstılâhı ile birlikte ele alınması gereken bir kavram da kıyamdır. Zira kavm ile kıyam arasında (mühim işleri gerçekleştirnıe açısından) bir ilişki vardır.Kıyam kelimesi, Ka-Me fül kökünden gelir. Bu fiil ve kendinden türeyen "müstakim, makam, ikamet, istikâmet vb.." gibi kelimeler, birçok ıstılâhı gündeme getirir. Kame, kalkınak, ayakta durmak, yerine gelmek ve düzelmek mânâsınadır. Alâ harf-i cerri ile kullanıldığında "devam ve sebat etmek", "li" harfi cerri ile kullanıldığında zaman "yönetimi ve işi üzerine almak" demektir. Ekâme; yerine getirmek, ikâmet etmek, doğrultmak, düzeltmek ve hakkını vererek yapmak mânâsınadır. Kayyûm, her şeyi ayakta tutan, koruyan; kayyime, tam ve kâmil; mekam, ayakların bastığı yer, oturulan mevki ve oturan kişiyi belli eden nokta; mûkim, ikamet eden, oturan anlamlarına gelmektedir. Sırat-ı müstakim terkibindeki müstakîm kelimesi de aynı kökten gelir. İnsanlar için asıl olan; iman etmek, sâlih amel işlemek, hakkı ve sabrı tavsiye etmektir. Hüsrandan kurtulmanın yolu budur. Dolayısıyla sürekli mücadele esastır. Bu sebeple oturmak değil, ayakta olmak (kıyam) önemlidir. Allahû Teâla (cc)'nın rızası için kıyam İslâmî hükümleri yerine getiren (ikâme eden) ve ihlâsla hesap gününe hazırlanan mü'minler essırat'ül-müstakîm üzerindedirler. Dolayısıyla kıyam, her türlü salih amelde gündeme girer. Hizbûllah, ensarûllah ve cündullah in değişmez vasfı, kıyam üzere olmak ve İslâm'ın hükümlerini ikâme etmektir.
 
Üst Alt