Halk Kesimi ve Oy Verme Hakkına Sahip Kimseler

Cansu

Bismillahirrahmanirrrahim
Tem 11, 2014
525
Denizli
Halk Kesimi ve Oy Verme Hakkına Sahip Kimseler

1375. Vatandaşların hepsine birden cemâat (topluluk) deniliyordu. Resulullah (AS), diğer bütün insanlardan ayrı ve farklı bir nitelik taşıyan kendisine bağlı insanların tamamını ifâde etmek üzere bu terimi aynen benimsedi (Ülkedeki bütün diğer insanlar gibi, Bahreyn Meliki’ni de cemaate girmeğe davet eden mektubuna264 bakınız).

1376. Kur’ân ayrıca iki terim daha kullanmaktadır: Millet ve Kavim. Bunlardan ilki, dinsiz ve imansızların dışarıda tutulduğu, daha çok dinî bir toplumu ifâde eder; Kavim ise, putperestler de dahil olmak üzere tüm toplumu kuşatan, çok daha geniş bir anlama sahiptir.

1377. Kuşkusuz, ancak çok az sayıda yurttaş genel halk meclislerine katılma hakkına sahip idi. Bu seçkin halk tabakasına mele’ deniliyordu. (Kelime anlamı doldurmak, yardım etmek, tavsiye ve önerilerde bulunmak olan bu terim, muhtemelen başkanın çevresini ve danışma meclisini “dolduran” kimseleri kastetmesinin dışında, burada son iki anlamıyla kullanılmıştır). Kur’ân’da bu terim, çeşitli bağlamlarda 30 civarında yerde geçmektedir. Örneğin, Yûsuf (AS)’ın Firavunu, Mûsâ’nın Firavunu ve Saba Melikesi, ayrıca Mısır’dan Çıkış’tan sonra İsrailliler ile ilgili olarak ve çeşitli dönemlerde ortaya çıkan toplum önderleri vb. gibi. Kur’ân’da bu terimin kullanılışı sırasında,

“Ey Mele’, bana düşünce ve görüşünüzü bildiriniz,”

“Hükümdar, çevresindeki Mele’lere şöyle söyledi...,”

“Mele’ler senin hakkında görüşüp karar veriyorlar” vs.

gibi ifadelere rastlıyoruz: İsrailliler, Musa (AS) zamanında (Mısır’dan Çıkış’tan önce), Mısır nüfusunun bir bölümünü oluşturuyorlardı; ancak onlar, Firavun’un mele’leri arasında yer almıyorlardı. Kur’ân’ın şu ayeti, bize, tartışma ve görüşme anındaki bir mele’ler topluluğunun canlı bir betimlemesini vermektedir:

“Şu mektubumu götür, onu kendilerine ver, sonra onlardan biraz çekil de, ne sonuca varacaklarına bak.(Süleyman’ın mektubunu alan Sebe’ melikesi,) “Beyler, ulular! Bana çok önemli bir mektup bırakıldı” dedi. “Mektup Süleyman’dandır, Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla (başlamakta)dır. “Bana baş kaldırmayın, teslimiyet gösterip bana gelin, diye (yazmaktadır).” (Sonra Melike) dedi ki: Beyler, ulular! Bu işimde bana bir fikir verin. (Bilirsiniz) siz yanımda olmadan (size danışmadan) hiçbir işi kestirip atmam. Onlar, şu cevabı verdiler: Biz güçlü kuvvetli kimseleriz, zorlu savaş erbabıyız; buyruk ise senindir; artık ne buyuracağını sen düşün. Melike: Hükümdarlar bir memlekete girdiler mi, orayı perişan ederler ve halkının ulularını alçaltırlar. (Herhalde) onlar da böyle yapacaklardır, dedi. Ben (şimdi) onlara bir hediye göndereyim de, bakayım elçiler ne (gibi bir sonuç) ile dönecekler. (Elçiler, hediyelerle) Süleyman’a gelince şöyle dedi: Siz bana mal ile yardım mı ediyorsunuz? Allah’ın bana verdiği, size verdiğinden daha iyidir. Hediyenizle (ben değil) siz sevinirsiniz. (Ey elçi!) Onlara dön; iyi bilsinler ki, kendilerine asla karşı koyamayacakları ordularla gelir, onları muhakkak surette hor ve hakir halde oradan çıkarırız! (Sonra Süleyman müşavirlerine) dedi ki: Ey ulular! Onlar teslimiyet gösterip bana gelmeden önce, hanginiz o melikenin tahtını bana getirebilir?”265

1378. Elimizde azâtlı kölelerin (Mevlâ), sözleşmeye dayalı kardeşlerin (Dahîl), ittifak anlaşması gereği Mekkeli ailelere karışmış olan yabancıların (Hatif), geçici olarak koruma altında bulunanların (Câr), vatandaşların genel meclis toplantılarına katılıp katılamayacaklarını araştırmak üzere bunların hukukî durumları üzerinde ayrıntılı bilgiler bulunmamaktadır. Bütün koşullara uygun, yerleşik bir kural muhtemelen mevcut değildi. Şöyle bir olayı hatırlatalım266: Resulullah (AS)’ın hicretinden hemen önce, Mekkeliler, kendi üzerlerine gelmekte olan “İslâm tehdidi” ile baş etmenin en etkin çözümünün ne olduğunu tartıştıkları sırada, -Resulullah’ın, Ebû Bekr’in ve Ömer’in sopları dışında- yedi sülâlenin temsilcilerinin yanı sıra, “Kureyşlilerle birlikte bulunmakla birlikte onlar arasında sayılmayanlar” da bulunuyorlardı. Hattâ kendisinin Necdli olduğunu öne süren meçhul bir kimse de, kendi isteği üzerine ve oldukça sempatik görünmesinin verdiği güvene dayanarak (klasik dönem İslâm tarihçilerine göre bu kimse, insan kılığına bürünmüş Şeytan’dan başkası değildi) kabul edilmişti. Suheylî’nin belirttiğine göre267, Kureyşliler bu görüşmelerde “Muhammed (AS)’e yakınlık duydukları için “Tihâme’ye mensup olanların dışlanmasına” karar vermişlerdi.

1379. Mekke’de kırk yaşını dolduran herkes, bu danışma meclisine katılma hakkına sahipti; ancak bunlar her zaman bu haklarını kullanmış gözükmemektedir; kabilenin en seçkin kişilerinden oluşan çok az sayıda insanla yetiniliyordu.

Dâru’n-Nedve salonu, zaten çok sayıda davetliyi kabul edecek durumda değildi. Muhammed sorununu çözmek için görüşmelerin yapıldığı güne izdiham günü adı verilmiştir; muhtemelen o gün, bu tartışma sırasında bulunan tüm davetliler için yeterli miktarda yer kalmamıştı.

1380. Kusay döneminden sonra, öyle anlaşılıyor ki yaş sınırlaması konusunda bazı istisnalar gündeme getirilmiştir; zira Ebû Cehil, bilgeliği ve dirayeti dolayısıyla henüz otuz yaşında olduğu halde Dâru’n-Nedve’ye kabul edilmişti.268 Hakîm ibn Hizam ise bu şerefi yirmi yaşında, bir rivayete göre de onbeş yaşında iken elde etmişti.269
 
Similar threads
Thread starter Başlık Forum Cevaplar Tarih
Cansu Toprağa Verme ve Hilâfet Sorunu Ansiklopedik Bilgi 0

Similar threads

Üst Alt