Arabistan Fuarları

Cansu

Bismillahirrahmanirrrahim
Tem 11, 2014
525
Denizli
Arabistan Fuarları

1593. Elimizde, İbn el-Kelbî’nin bu konu ile ilgili olarak yazmış olduğu ve görünüşe bakılırsa hemen tamamı muhafaza edilmiş olan, İslâm öncesi Arabistan’ın yıllık fuarları hakkında çok değerli bir eser bulunmaktadır. İbn el-Kelbî’nin önemli kişiliğinin yanı sıra, bu konuda yararlanılacak başka kaynaklar bulunmaması nedeniyle, eserin bu konuyla ilgili bölümünü olduğu gibi aktarmanın yararlı olduğu kanısındayız:518

İslâm öncesi Araplarının ünlü fuarları ve bunların işleyiş tarzları

I. Bu fuarlar arasında, Suriye ve Hicaz arasında bulunan Dûmetu’l-Cendel fuarı da vardı. Rebî’u’l-evvel ayının ilk günü başlar ve ayın ortasına kadar devam ederdi; sonraki günlerde hareketliliği azalan fuar, ayın sonuna kadar devam eder, daha sonra, ertesi yılın aynı dönemine kadar dağılırlardı. (Tayların kolu olan) Cedîle ve Kelb kabileleri burada da komşu idiler. Bu fuarın mülkiyeti ‘İbâd ve Sekûn kabilesine mensup olan Ukeydir ile Kelb kabilesinden Kunâfe arasında el değiştirirdi. Mülkiyet ‘İbâdîlerin eline geçtiğinde Ukeydir başkan olur, Gassanlıların eline geçecek olursa bu kez Kunâfe’yi başa geçirirlerdi. İktidarı ele geçirme yöntemi şöyleydi: İki hükümdar (adaylar) birbirlerine bilmeceler sorarlar ve bu hükümdarlardan biri rakibine (bilmecelerin) çözülmesi konusunda üstün gelirse, yenilen taraf, kazanan adayın orada kendi arzusu doğrultusunda çalışması için fuarı terk ederdi. Bu hükümdarın iznini almaksızın ve bu hükümdar (kendine ait ticarî) mallardan istediğini satıp bitirmeden kimse orada bir şey satamazdı. Bunun dışında, fuar öşürlerini de o tahsil ederdi. Kelblilerin elinde kıldan (yünden) çadırlarda bir çok kadın köleler vardı ve bunları (köle kadınları) fuhşa zorlarlardı. (Fuardaki) Arapların çoğunluğunu Kelbliler oluştururdu; Araplar, bu fuarda alışveriş yaparken çakıl taşı atma yöntemine başvururlardı: Yani, bazen aynı malı birkaç kişi almak istediğinde, bu kişiler mal sahibi (satıcı) ile fiyat üzerinde pazarlık yaparlar ve önerilen fiyatı kabul eden kimse, elindeki çakıl taşını yere atardı. Bazen bir mala aynı anda birçok müşteri talip olur, ve bu durumda ister istemez malı hep birlikte (ortaklaşa) satın almaktan başka çareleri kalmazdı. Bazen de, sayıları çok olduğu zaman aralarında anlaşarak, çakıl taşını hep birlikte atarlar ve böylece mal sahibini indirim yapmaya zorlarlardı. -(Okuyucu, bu cümlenin üstü kapalı olduğunu görecektir; biz metni kelimesi kelimesine çevirdik. Muhtemelen yazar, bu alıcı grubunun, önceden anlaştıkları fiyatta ısrar ederek, malı satıcının talep ettiğinden daha düşük bir fiyata satın alma konusunda anlaştıklarını söylemek istiyor. Kuşkusuz bu, satıcı üzerinde kuvvetli bir baskı oluşturacaktır.)- Yemen ve Hicaz üzerinden gelen tüccarlardan her biri, Mudar kabilesinin topraklarında bulundukları süre içinde, Kureyşlilerin kendilerine koruma görevi yapmalarını tercih ederlerdi. Zira Mudarlılar Kureyşli tüccarlara engel çıkarmadıkları gibi, Mudarlılarla anlaşma yapmış olan kabileler de onlara saldırmazdı. Aralarında böyle kararlaştırılmıştı. Bu durumda Kelbliler, Benû Temîm ile aralarında olan anlaşma nedeniyle Kureyşlilere, Taylar da, Benû Esed’le aralarındaki anlaşma nedeniyle onlara saldırmazlardı. Mudarlılar (gururla) şöyle söylemeyi adet edinmişlerdi: “Bizim İsmail adına yapmış olduğumuz [kardeş kavgaları ve bellum omnium contra omnes (tam bir kargaşa halinde) çıkarmış olduğumuz savaşlar nedeniyle] utanç verici hareketin borcunu Kureyşliler ödediler!” Onlar Irak yolunu tuttuklarında Benû Kays ibn Sa’lebe’nin bir kolu olan Benû Amr ibn Mersâd’ın muhafız kıtaları da onlara koruma görevini üstlenirler ve bütün Rebî’a kabileleri onlara saygı duyarlardı.

II. Oradan Hacer’deki (bugünkü el-Hasâ) Muşekker’e gidilirdi. Buradaki fuar Cumade’l-Ahir’in ilk günü başlar ve ayın sonuna kadar sürerdi. İranlılar buraya denizi aşarak ticarî emtialarıyla gelirlerdi. Daha sonra burası, ertesi yılın aynı dönemine kadar kapalı kalırdı. Abd el-Kays ve Temim kabileleri bu fuarın komşusu durumunda idiler. Ancak sahipleri sadece Temîm’e, yani el-Munzir ibn Sâvâ’nın sopu olan Benû Abdullah ibn Zeyd koluna mensup idiler. Bunları buraya İran hükümdarları tayin etmişlerdi: Yani Hîre’de Benû Nasr ve ‘Umân’da Benû’l-Mustekbir hanedanı. Muşekker panayırının başkanları burada Dûmetu’l-Cendel hükümdarları gibi davranırlar ve burayı öşüre tâbi tutarlardı. Tüccarlar arasından buraya gitmek isteyenler Kureyşlilerin muhafız kıtalarını tercih ederlerdi. Zira buraya ancak Mudarlıların arazisinden geçilerek ulaşılabiliyordu. Bunların alışveriş şekli ise, pazarlık yaparken birbirlerine dokunarak (mulâmese) ve hamhama şeklinde (göğsünden homurtulu sesler çıkararak) idi. Bir şeye dokunmak, bir el işaretiyle ifade edilirdi. Alışverişin gerçekleşmesi için birbirlerine parmakla göstermekle yetiniliyordu. Her iki taraf da, hareketleriyle mutabık kaldıklarını söyleyinceye kadar tek bir kelime söylemezlerdi. Homurdanmaya gelince bu, şayet alıcı aldatıldığını iddia ederse yalan yere yemin edilmemesi içindi (Metin burada müphemdir).

III. Daha sonra, ‘Umân’daki Suhar fuarı gelir. Ayın yirmisinde Suhar’a yetişmek için, Receb ayının ilk gününde, Müşekker’den ayrılırlardı. Buradaki fuar beş gün devam eder ve el-Culandâ ibn el-Mustekbir burada öşürleri toplardı.

IV. Bundan sonra ise, Arabistan’ın iki büyük limanından biri olan Dabâ fuarı gelir. Buraya Batıdan olduğu kadar, Doğudan da, örneğin Sind, Hind ve Çin’den tüccarlar gelirlerdi. -Buradaki fuar Receb ayının son günü kurulur ve ticarî işlemlerini pazarlık usulüne göre yaparlardı. Tıpkı Suhar fuarında olduğu gibi, burada da Culandâ ibn el-Mustekbir onları öşür vergisine tabi tutar ve burada krallar gibi davranırdı.

V. Daha sonra, Güney Arabistan’ın Mehre bölgesinde Şihr olarak bilinen, eş-Şihr fuarı gelir. Bu fuar, üzerinde Hûd (AS)’un kabrinin bulunduğu dağın eteklerinde kurulurdu. Burada krallık olmadığı için öşür uygulaması yoktu. Buradaki tüccarların koruma görevini, Mehrîlerin bir kolu olan Benû Muhârib İbn Harb’in kıtaları üstlenmişlerdi. Fuar, Şa’ban ayının ortasında kurulurdu. Ticarî işlemler, çakıl taşı atmak suretiyle yapılırdı.

VI. Daha sonra Aden (‘Adn) fuarı gelir. Bu fuar, Ramazan ayının 1’inden 10’una kadar açık kalırdı. Burada koruma görevlilerine pek ihtiyaç duyulmazdı; zira burası bir krallığın ve güçlü bir hükümetin arazisi üzerindeydi. Ebnâ denilen ve Yemen’e yerleşip kalmış İran’lılar burada öşür tahsil ederler, ancak kendileri bu fuardaki alışveriş faaliyetlerine katılmazlardı. Ebnâlar (yani çocuklar), Yemen’i Vihriz’in idaresinde istilâ eden ve Habeşlileri öldüren İranlıların soyundan gelirler.

VII. Bundan sonra, Ramazan ayının ortasından sonuna kadar açık kalan San’â’ fuarı gelirdi. Ebnâlar burada öşürleri tahsil ederlerdi. Ticarî işlemler ise eliyle (satın alınacak mala) dokunmak suretiyle yapılırdı.

VIII. Sonra er-Rabciye ve ‘Ukâz fuarları gelir. er-Rabciye Hadramut’ta, Ukâz ise Necd’in yukarısında, Arafat’a yakın bir yerde kurulmakta idi. er-Râbiye’ye hiç kimse yanına koruma almadan gelemezdi; zira burası bir krallığa ait değildi ve “fırsatını bulsa, biri diğerinin (sırtındaki) elbiseyi soyup aşırırdı.” Bu nedenle, Kureyşliler burada Benû Âkil el-Murâr’ın muhafız kıtalarını, diğerleri ise Kinde kabilesinin bir kolu olan el-Mesrûk ibn Vâ’il’in korumalarını kullanırlardı. Her iki kabile de bu koruma görevini ücretsiz yerine getirirlerdi; ve Benû Âkil el-Murâr kabilesi, Kureyşliler sayesinde bütün diğer kabilelere karşı bir üstünlük elde etmişlerdi. Bazıları er-Râbiye’ye giderken, kimileri de Ukâz’a giderdi; zira her iki fuar da Zilkade’nin ortasından sonuna kadar ve aynı günlerde düzenlenmekte idi. Kureyşliler kadar Hevâzinliler ve Gatafân, Eslem, Ehâbîş (yani Benû Haris ibn Abd Menât İbn Kinâne, ‘Adel, Dîş, Hayâ ve Mustalik) gibi çok sayıda kabile topluluğu buraya geldiğinde, Ukâz, Arap fuarları içinde en büyüğünü oluştururdu. Bu fuar da Zilkade’nin ortasından ay sonuna kadar devam ederdi. Burada ne öşür ne de koruma görevlileri vardı. Ticarî işlemler için ise sirâr (gizlice söz birliği etme) yöntemine başvurulurdu: Açık artırma sırasında, satıcının, ürünü almayacağı halde fiyatı artıran arkadaşları olur ve satıcı daha sonra kârını bunlarla paylaşırdı.

IX. Daha sonra ‘Ukâz yakınlarında bulunan Zu’1-Mecâz panayırı gelir. Bu fuar da Zilhicce ayının birinci günü başlayıp Terviye gününe (yani ayın 8. günü) kadar devam ederdi; sonra (Hac için) Minâ’ya hareket edilirdi.

X. Bunlardan başka Hayber bölgesindeki Netât ve Yemâme’de (Necd’de) bulunan Hacer fuarı gelir ki, her ikisi de Aşûre (10 Muharrem) gününden ayın sonuna kadar sürerdi.”

İbn el-Kelbî’den yaptığımız alıntı burada sona eriyor.

1594. Yukarıdaki bilgileri şöylece özetleyebiliriz:

1595. Buraya kadarki bölümde, sadece İbn Habîb’de yer alan metni aktarmış olduk; Merzûkî ise, biraz daha ileri giderek, Arapların her yıl büyük kafileler halinde geldikleri Ezri’ât ve Busrâ (Filistin’de) fuarlarından bahseder. İbn el-Kelbî tarafından yapılan fuar tasvirleriyle ilgili olarak Merzukî’nin vermiş olduğu ilave ve varyantların çevirisine geçmeden önce şunu belirtelim ki, aşağıdaki haritadan da anlaşılacağı gibi, İslâm’dan önce Arabistan Yarımadası esasen ekonomik bakımdan birlik ve bütünlüğe kavuşmuş ve bu da daha sonra siyasal birliğe geçişi kolaylaştırmıştır.


İslâm’dan Önce Arabistan’da kurulan gezici fuarlar

1596. Ek bilgi: Daha önce de belirttiğimiz gibi, İbn el-Kelbî’nin Arabistan pazarları hakkındaki çalışması İbn el-Habîb (ö. H. 245) ve Merzukî (eserini H. 453’de kaleme almıştı) tarafından muhafaza edilmiş olup; Merzuki, kitabına İbn Kunâse, İbn Dureyd gibi klasik kaynaklardan derlediği bazı ayrıntılı bilgiler de eklemiştir. Bu ilaveler, önemli olduğu gibi, bir o kadar da ilginçtirler.

I. Bu fuarlardan bazıları Haram aylarda, bazısı ise kutsal sayılmadığı için korunmamış aylarda kurulurlardı; ancak hiçbir durumda katılımcılar buraya yanlarına koruma almaksızın ne gelebilir, ne de buralardan dönebilirlerdi (Merzûkî, Ezmine, II, 161).

II. Dûmetu’l-Cendel’e gitmek için, Kureyşliler Mekke’den hareket ederler ve şayet dağ yolunu izleyeceklerse gidiş-dönüş güzergâhı üzerindeki hiçbir bölüm için Araplar arasında koruma gücü aramazlardı; zira bu dağlık bölgede oturan Mudarlılar, Kureyşli (aynı zamanda Mudarlı) tüccarlara hücum etmezler, Mudarlıların müttefikleri de aynı şekilde onlara hücum etmezlerdi; bunun nedeni, Kâ’be tapınağı ile olan ilişkileri dolayısıyla Kureyşlilere saygı duyulması idi. Dağları aştıktan sonra Kureyşliler, karşılarında sulak yerleri, yani Kelb kabilesinin yerleştiği bölgeleri bulurlardı. Kelbliler, Mudarlı olan Benû Temîmlerin müttefiki idiler; bu nedenle Kureyşlilere saldırmazlardı. Bunlar biraz daha ilerleyince, kendilerini (yine Mudarlılardan) Benû Esedlerin memleketinde bulurlar ve Tay kabilesinin bulunduğu yerlere kadar giderlerdi. Taylılar onlara eman hakkı verirler ve kendilerine rehberlik ederlerdi; zira Taylılar Benû Esedlerin müttefiki idiler. (A.g.e., s., 162)

III. El-Muşekker’e gelince; buraya hiç kimse, yanına koruma almadan gelemezdi. Burası çok güzel bir memleketti: Bir kez gören, burasının cazibe ve güzelliğine karşı koyamazdı. Dolayısıyla, buraya hangi kervan gelirse gelsin, mensuplarından birkaçı mutlaka burada kalmaya karar verirdi. Hacer konusunda da bütün Arap kabileleri için aynı şey söz konusu (A.g.e., s. 163).

IV. Suhar’a ise daha önceki fuarlara katılamamış olanlar gelirdi. Onlar bu fuarda (Suhar’da), kendi dokudukları kumaşları ve diğer satılık eşyalarını sergilerlerdi. Buradaki satış işlemi, çakıl taşı atmak suretiyle yapılırdı (A.g.e., s. 163).

V. Debâ’da Arabistan’a ve denizaşırı ülkelere ait ürünler satın alınırdı (A.g.e., s. 163).

VI. Deniz veya kara yoluyla Debâ’ya gelen bütün tüccarlar buradan Şihr’e giderler ve çok tutulan deri, kumaş ve sair mallarını burada satarak, karşılığında günlük (kundur), bir tür yapıştırıcı olan mürr, sarısabır (sabir) ve Hind darısı (duhn) satın alırlardı (A.g.e., s., 163-164).

VII. Herkes, deniz yoluyla gelen tüccarlar dışında, Şıhr’dan Aden’e giderdi. Bu sonunculardan, yani deniz yoluyla gelenlerden hiç kimse, henüz ellerinde satamadıkları malları kalanlar hariç, buraya gelmezdi. Yani, deniz yoluyla gelen tüccarlar arasından sadece ellerinde hala satacak bir şeyleri olanlar, ya da önceki fuarlara katılamamış olanlar buraya gelirlerdi. Daha önceki dönemlerde Himyer hükümdarları ve daha sonra bunların halefleri bu fuarlardan öşür vergisi almışlardır. Burada en son öşür toplayanlar ise, İranlıların soyundan gelen Ebnâlar olmuştur. Ancak bunlar, buradan hiçbir şey ne alır, ne de satarlardı. Halûk denilen (safran otunun terkibindeki) koku, bu fuara mahsus bir madde idi. Araplardan başka hiç kimse bunu o kadar güzel imal edemezdi; öyle ki, denizaşırı ülkelerden gelen tüccarlar bunu satın alıp yanlarında götürürler ve Sind ve Hind’de bununla övünürlerdi. Buna karşılık, kara yoluyla gelen tüccarlar da bunu İran’a ve Rum diyarına (Bizans)’a götürürlerdi, Bu durum günümüze (Merzûkî’nin yaşadığı H. 5. yüzyıla) kadar aynen devam etmiştir. Aden’de Müslümanlardan başka hiç kimse bunu daha iyi imal edemez (A.g.e., s. 164).

VIII. Aden’den pamuk, safran, boya vb. nin yanı sıra, ihtiyaç duyulan diğer şeylerin de getirildiği San’â’ya gidilir, buradan da kumaş, demir vs. satın alınırdı. Bir fuar bölgesinde oturan ahali, kendi hemşehrileri ile yörenin alışılagelmiş fiyatları üzerinden alışveriş yaptığı sürece, başka yerlere gitmezdi (A.g.e., s. 164-165).

IX. Ukâz’da ise, Arabistan’ın başka hiçbir fuarında bulunmayan özellikler vardı. Örneğin, Yemen hükümdarlarından birisi çıkıp, buraya çok kaliteli bir kılıç ya da bir kaftan, hatta bazen iyi koşan bir at göndererek, “Arapların en soylusu kim ise, bunu alması gerekir” diye tellâl çıkarırdı. Hükümdar böylece fuarın seçkin davetlilerini tanıyarak kendisini ziyarete gelmeleri için onlara davetiye çıkarmak ister, onlara dostça ve cömertçe muamelede bulunurdu (A.g.e., s. 165). Ukâz’da, hatiplerin söz alıp kendilerine ya da mensup oldukları kabilelere özgü ayırt edici nitelikleri yıldan yıla sayıp döktükleri kürsüler bulunmaktaydı (A.g.e., s. 170). Eğer bir kimse bir başkasına ihanet eder ya da ağır bir cürüm işleyecek olursa, Ukâz’a gelip ihanet bayrağı çekilir ve bu ihaneti tasvir etmek için alenen nutuklar çekilerek şöyle ilave edilirdi: “Dikkat edin! Filân kimse bir haindir, onu böylece tanıyıp biliniz de bundan sonra onunla evlilik ilişkisine girmeyiniz, onun meclisinde oturmayınız ve onunla konuşmayınız.” Şayet o kimse kendisine çeki düzen verirse ne âlâ; aksi takdirde onun bir resmi yapılarak Ukâz’da bir mızrak üzerine asılır, ona lanetler yağdırılır ve daha sonra taşlanırdı (A.g.y.).

X. Mekke’yi haccetme sırasında Allah’ın haram kıldığı üç ay vardı; ancak insanlar bu konuda üç gruba ayrılıyorlardı. Bir kısmı, kötü ve çirkin işler yaparak Mekke’deki Harem-i Şerif bölgesine bile tecavüzde bulunur ve burada yağmacılık yapıp adam öldürecek kadar ileri giderlerdi; bir kısmı bu tür hareketlerden çekinerek Allah’ın kutsal aylarına titizlikle riayet ederlerdi; ve nihayet, heva ve heveslerinin peşinde koşan (ehl’ul-ehvâ),519 Temimli Sulsul ibn Evs’in taraftarları gelir ki, bunlar Allah’ın kutsal saydığı aylara karşı saygısızlık edenlerle mücadele etmeyi mübah kabul ederlerdi. İbn el-Kelbî şunları ekler: Temimliler böyle söylüyorlardı. Ama biz, burada söz konusu edilen kabilenin (Sulsul değil de) Kinâneli Kalammas ve onun ataları olduğundan eminiz. Kalammas, kamerî Arap takvimine ay ekleme (nesiy) usulünü sokan kişidir. Eşhuru’l-Hurum’a uymayanlar ise Tay ve Has’am kabileleri ile Benû Esed İbn Uzeymelerin bir bölümü idi. Araplar içinde asil olanlar bu fuarlara tüccar sıfatıyla gelirlerdi; zira hükümdarlar asilleri mükâfatlandırırlar ve (elde ettikleri) ticarî kazancın bir kısmını onlarla paylaşırlardı. Bölge temsilcisi asiller kendi bölgelerindeki fuarlara katılırlar, ancak Ukâz’dakine bütün bölgelerden katılım olurdu Ancak buraya gelen asillerin bir ayrıcalığı vardı ki o da, tanınmamak için yüzlerine peçe örtmeleri idi. Bir gün haydutluğu meslek edinen kimseler tarafından yakalanıp esir edilmekten ve ağır fidye talepleri ile karşılaşmaktan korktukları için, böyle bir önlem almışlardı. Bu adeti terk ederek peçesini ilk atan kimse Enbar’lı Tureyf olmuştur (A.g.e., s. 166).

XI. İbn el-Kelbî’nin babasına dayanarak verdiği bilgiye göre, bir kimse hac (hacı) ya da dâcc (Allah’ın kutsal saydığı aylarda ticaretle meşgul olan kişi) sıfatıyla evinden çıktığı zaman, geleneklere göre üzerine tasma ya da göze batacak şekilde yaralar (dağlama) gibi özel işaretler koyduğu kurbanlık hayvanları da beraberinde götürürdü; kendisi de hac elbiselerine bürünürdü. Bu, Allah’ın kutsal saydığı aylara karşı saygısız davrananların bile kendisine bir değer vermelerini sağlardı. Dâcc’a tek başına çıkmışsa, hayatından endişe eder ve uygun kurbanlık hayvanlar bulamaması halinde de kendi vücuduna kurbanlık hayvan işaretleri koyardı: Keçi ya da deve kılından bir tasma takar ve üzerine yünden bir giysi (sûfe) alırdı. Bu, kendisini dokunulmaz kılardı. Ve Mekke’ye girmek istediği sırada, kutsal (haram) bölgede bulunan ağaçların kabuklarından yapılmış bir kolye takardı. Eğer Dâcc ya da başka herhangi bir kimse bu adetlerden habersiz ve üzerinde bu hac giysileri olmaksızın Mekke’ye gidecek olursa, Allah’ın kutsal aylarını çiğneyenler tarafından yağmalanma tehlikesini göze almış demekti (A.g.e., s. 166-167).

XII. İbn Kunâse gibi klasik bir yazardan da alıntı yapan kaynağımız, daha sonra Arapların sık sık ziyaret ettikleri Filistin fuarları hakkında da kısa bilgiler vermektedir. Kuşkusuz bu fuarlar, güneş yılına göre belirlenmiş dönemlerde kurulurlardı. Deyr Eyyûb, Busra ve Ezri’ât fuarlarından ise ancak birkaç satırla bahsedilmektedir (A.g.e., s. 169-170).

Merzukî’den yapmış olduğumuz özet bilgiler burada son buluyor.

1597. Bu ayrıntılı bilgiler, Resulullah (AS) dönemini de kapsamaktadır: Zira bu bilgiler arasında, Muhammed (AS) ile aynı dönemde yaşamış olan Ukeydir’den ve Resulullah’ın son yıllarında iki oğlu ‘Umân’da hüküm sürmüş olan el-Culandâ’dan da bahsedilmektedir.

1598. Bu bilgilerden ortaya bazı ilginç durumlar çıkmaktadır: Her yıl belirli bir tarihte Araplar arasında düzenlenen büyük fuarlar, (Bedr, Hubâşe vb.) mahallî panayırlardan tamamen farklı idi. Bunlardan Hubâşe, H. 197 yılına kadar varlığını sürdürmüştür (bk. Kastallânî, İrşâd, III, 259). Araplararası fuarlar, kuzeyden doğuya, doğudan güneye, güneyden batıya ve batıdan kuzeye olmak üzere bütün Arap Yarımadasını dolaşıyordu; ve bu fuarlar, kendi bölgelerindeki tüccarların yanı sıra, aynı zamanda Arabistan dışındaki İran, Hîre, Hint, Çin520 vb. dış ülkelerin tüccarlarını da kendisine çekmekteydi. Bu da, İslâm’dan önce Arabistan’ın esasen ekonomik anlamda federe bir yapıya sahip olduğunu kanıtlamaktadır. Anarşinin bölgede kol gezdiği doğru idi. Ancak iki etkili çareye başvurularak bu sorunun üstesinden gelinmiştir: Eşhuru’l-Hurum (kutsal aylar) müessesesi ve koruma alaylarının geliştirilmesi. Eşhuru’l-Hurum’un kökeninin nereye dayandığı bilinmemektedir. Bununla birlikte, bilindiği kadarıyla Arap takviminin 11, 12 ve 1. ayları, yani peşpeşe üç ay ve bunların dışında bir ay, yılın iki ayrı kutsal devresini oluşturuyor ve bu süreler içerisinde hiç kimse silâha başvurmuyordu. Resulullah’ın Veda Haccı sırasındaki hutbesinde belirttiği gibi, Mudarlı kabileler arasında, kutsal olarak bilinen ay, 7. ay olan Receb idi; Rebî’alılara göre ise bu ay, 9. ay olan Ramazan idi.521 Yedinci ayda, ‘Uman bölgesindeki Suhâr ve Dabâ fuarları, dokuzuncu ayda ise Aden ve San’â fuarları kurulurdu. Yedinci ayda Medine’de hurma hasadı yapılırdı; dolayısıyla bu ay, yazın tam ortasına rastlardı. Muhtemelen dokuzuncu ay, Rebî’a kabilelerinde hasat ve ihracat dönemi ile ayrı döneme rastlamaktaydı. Aynı şekilde, Hac mevsiminin ilk üç ayı da hasat dönemine denk gelmekteydi. Zira dinî bayramların, ekonomik olarak en uygun aylara isabet etmesi ve aksine bir durumun olmaması gerekiyordu. İçlerinden en önemlileri (Bahreyn-’Umân’daki) Abdu’l-Kayslar ile (Yarımadanın kuzey-doğusundaki) Bekr ibn Vâ’iller olmak üzere Rebî’a kabileleri, İran egemenliği altında idiler. Onların kutsal saydıkları ay, aynı şekilde İran işgali altında bulunan San’â ve Aden fuarlarının düzenlendiği dokuzuncu ay idi. Yedinci ayda Mudarlılar arasında ateşkes olduğunu ve aynı zamanda bu ayda Rebî’aların Suhâr ve Debâ’da fuarları olduğunu da belirtmek gerekir. Oysa dokuzuncu ayda, Doğu Arabistan’daki Rebî’a kabilelerinde olduğu gibi, Güney Arabistan’da Rebî’alı olmayan tüm diğer fuarlarında da ateşkes söz konusu idi. Bu durum, birbirlerini güvenli bir biçimde kendi bölgelerine çekebilmek için üstü kapalı bir işbirliği anlamına geliyordu.

1599. Bu arada hatırlatalım ki, İbn Hanbel’in Müsned’inde yer alan çok meşhur bir hadisten çıkardığımız sonuca göre, Resulullah İslâm’dan önce (Yemen’deki) Hubâşe ve Abdu’l- Kaysların memleketindeki Suhâr ve Dabâ fuarlarına bizzat katılmıştı.522 Belazurî’nin523 naklettiğine göre, ‘Umân bölgesinin İslâmlaştırılması sırasında, Resulullah (AS)’ın ‘Umân’daki ortak hükümdarlar nezdinde göndermiş olduğu Genel Vali dışında, Debâ’ya özel bir vali göndermiş olması hiç de rastlantı değildi.

1600. Bu uzun ateşkes dönemi, Mekke yöresinde ‘Ukâz, Mecenne, Minâ fuarlarıyla, (Necd’deki) Yemâme ve Hayber fuarlarına rastlıyordu. Üç ay süren bu ateşkes döneminin tam ortasına ise “Mekke Büyük Haccı” geliyordu ve Hacc’ın altı hafta öncesini ve altı hafta sonrasını kapsayan bu süre, Mekke’ye en uzak bölgelerden gelen hacı adayı-tüccarların, yarımadaya çok güvenli bir biçimde gidiş gelişlerini gerçekleştirmek için haydi haydi yeterli idi. Dikkat edilecek olursa 7. ay, yani kısa süren ateşkes dönemi, Mekke’de Umre’ye (Küçük Hac) isabet etmekte idi ve yılda iki kez yapılan bu hac faaliyetleri sırasında şehir büyük bir ticarî faaliyete sahne oluyordu. Elimizde hac ibadeti sırasında alışveriş yapmanın tamamen meşru olduğu yolunda Kur’an’dan işaretler bulunmaktadır.524 Ayrıca Kur’an’da, dinleri gereği Kâ’be’ye girişleri putperestlere yasaklanmakla birlikte, Müslümanlara bu “putperest hacıların” yokluğu dolayısıyla ortaya çıkacak maddî kayıplara karşılık, kendilerine mutlaka bir ödül verileceği ifade edilmiştir.525 Kastallânî’nin verdiği bilgilere göre ‘Ukâz fuarı, İslâmî dönemde de varlığını H. 129 yılına dek sürdürmüştür (bk. İrşâd, III. 259).

1601. Her iki “ateşkes dönemi” genel olup, herkes bundan yararlanıyordu; ancak ortada tamamen özel bir durum daha vardı: “Mekkeliler arasında besl denilen bir uygulama vardı ki bu, onların geleneklerine göre, Araplar arasında yılda sekiz aylık bir barış dönemi demekti; bütün Araplar bu hakkı birbirlerine tanır ve tereddütsüz riayet ederlerdi. Bu uygulama sayesinde, Arabistan’ın her yerine hiçbir endişeye kapılmaksızın gidebiliyorlardı.”526 Kaynaklar bu konuda şiirler yazmış olan Zuheyr ve A’şâ adındaki şairleri zikrederler. Dört aylık genel barış dönemine bu sekiz aylık süre de eklendiğinde, yılın tamamı güven ve barış ortamı içinde geçecek demekti.

1602. Mekkeliler gerçekçi kimseler olduklarından, az çok titizlikle riayet etmiş oldukları bu barış dönemleriyle yetinmemişlerdir; (Mekkelilerin kendileri de, Bedir savaşından hemen sonra Ebû Sufyân’ın Medine yakınlarına yaptığı saldırıda olduğu gibi, barışı ihlal ediyorlardı). Kendi kervan yolları üzerinde yaşayan bazı kabilelerle barış ve ittifak anlaşmaları yaptılar. Böylece, çeşitli kabilelerin arazileri üzerinde kendileri için güvenli bir ortam oluşturdular. Ayrıca, her kervanın tedbir olarak yağmacıları gözetleyen silâhlı muhafızları vardı.

1603. Doğu Arabistan fuarlarına Hindistanlı, Çinli vs. tüccarlar da katılmaktaydı. Burası, Sasanilerin etkisi altında olan bir yerdi; dolayısıyla, burada Bizanslıların bulunması beklenemez. Arabistan’ın diğer bölgelerinde bulundukları ise göz ardı edilmemelidir. Azrakî’nin bildirdiğine göre, “Mekkeliler, kendi şehirlerine gelen Rumları (Bizanslıları) öşür vergisine tabi tutarlardı; çünkü onlar da kendilerinden memleketine gittiklerinde öşür vergisi almaktaydılar.”527 Yine Yahudi ve Nabatlılardan öyle kimseler vardı ki, bunlar geçici fuarlardan bağımsız olarak, çoğunlukla ticaret amacıyla Arabistan ile Sasani ve Bizans İmparatorlukları arasında kervan tertip ederlerdi. Bunun dışında, Araplar da, Filistin fuarlarına kalabalık bir şekilde katılırlardı. Bu durum, uzun çöl seferlerinin sakınca ve tehlikelerini göze alarak Rumların Arabistan’ın iç kesimlerine kadar gelmelerini engellemiş ve onlara kendi topraklarında ticarî mübadele imkânı sağlamıştır.

1604. Bizanslı yetkililer Araplara pek iyi gözle bakmazlar ve onlara kuşkuyla yaklaşırlardı. Araplara bazı bölgeler ayırarak, bunların dışına geçmelerini yasaklamışlardı. Onların yüklerini sıkı sıkı araştırırlardı; bu katı tutumun yankısını, “Gümrükçülerin Cehennemin en derin yerine atılacaklarını” ifade eden Resulullah (AS)’ın hadisinde de görmek mümkündür.528 Doğal olarak kaçakçılık da vardı; nitekim Araplar, birçok ticarî malın yanı sıra ne kılıç vb. silâhları, ne de zeytinyağı ya da şarap gibi ürünleri Bizans toprakları dışına çıkaramazlardı.529

1605. Daha önce de belirttiğimiz gibi, Habeş tüccarlar da Mekke’ye kervanlar halinde gelirlerdi.

1606. İbn El-Kelbî’nin eserinden aktarılmış olan özet bilgiler arasında, bu fuarlarda görülen bazı yanıltıcı davranışlara da yer verilmektedir. Bu yüzden, daha önce de gösterdiğimiz gibi, Ukâz’da ticarî ihtilâflarla ilgilenmek üzere bir hakimin bulunması bizi asla şaşırtmamalıdır. Bu hakim, görev yaptığı Batı Arabistan’daki Ukâz’a çok uzak bir yerden, Doğu Arabistan’daki Temim’den geliyordu. Bir bakıma bu durum, Mekke bölgesi merkez olmak üzere, Arabistan’ın esasen federatif bir iktisadî yapıya sahip olduğu izlenimini pekiştirmektedir. Bu arada hatırlatalım ki, (Güney Irak’taki) Hire hükümdarları, Ukaz fuarına düzenli olarak latîmelerini (ticaret kervanları) gönderirlerdi. Hatta Muhammed (AS)’in gençliğinde kendi kabilesiyle birlikte katıldığı Ficâr savaşı da bu kervanlardan birine yapılan bir yağma ve saldırı yüzünden çıkmıştı. (Bu konuya daha önce değinmiştik.)

Bu Fuarların Doğurduğu Sonuçlar

1607. Hiç kuşku yok ki her yıl düzenli olarak kurulan bu Araplar-arası fuarlar, hem çeşitli bölgelerde konuşulan lehçelerin yakınlaşmalarına, hem de ülke birliğinin pekiştirilmesine büyük ölçüde katkıda bulunmuşlardır. Örf ve âdetler arasındaki küçük farklılıklara rağmen, ticarî alanlarda kabul edilmiş kanun ve kurallar, kanaatimize göre tedricen her yerde aynı hale gelmişti. Ülke içerisinde yetiştirilen ürünler nüfusu beslemekte yeterli olmadığı için, ithalât faaliyetleri, insanları her yıl az çok uzun yolculuklar yapmak zorunda bırakıyordu. Suriye’ye, Mısır’a, Habeşistan’a, Mezopotamya’ya ve ayrıca Arabistan’ın çeşitli bölgelerine yapılan seyahatler, bu insanların gittikleri ülkelerin sınaî ve toplumsal etkinlikleri, coğrafî yapısı, sahip olduğu kaynakları ve daha birçok alanlar hakkında bilgi sahibi olmalarını sağlıyordu. Müslümanlar, daha sonra İslâm topraklarının hızlı ve kolay bir biçimde genişletilmesini sağlayan fetihler sırasında, bu bilgi ve deneyimlerden yararlanacaklardır.

Ülkenin Diğer Kaynakları

1608. İslâm’dan önce Arabistan’daki zanaatkârların kendi ürünlerine yabancı ülkelerde pazar bulabilmek için çalıştıklarını gösteren izler pek gözükmemektedir. Onların yapabildikleri en iyi şey, ithalat ihtiyaçlarını biraz azaltabilmek için hemşehrilerinin yardımına koşmak olmuştur. Burada özellikle Yemen ve ‘Umânlı dokumacı ve bezzazlar aklımıza gelmektedir.

1609. Arabistan’ın kültürel gelişimi sırasında birçok güçlükle karşılaşılmasının yanı sıra, birçok kaleler, sulama bentleri ve çok katlı evler de inşa edilmişti ve toprağın altının nasıl inceleneceği ve madenlerin nasıl işletileceği bilinmekteydi. İslâm öncesine ait edebi eserlerde, Arabistan’ın bir çok bölgesinde altın madeni bulunduğundan bahsedilir. Arapların, içme suyu çıkarabilmek için, çölde inanılmaz derinlikte kuyular kazmalarını sağlayan sabırlarına hayran olmamak da elde değildir.

1610. Muhtemelen komşu ülkeler, Arapların yetiştirdiği küçük baş hayvanlara pek ihtiyaç duymuyorlar, ama Arabistan’ın deve ve hecin develerine pek rağbet ediyorlardı. Tevrat’ta, Süleyman (AS)’ın hükümdarlığı sırasında ve sonrasında Filistinli Yahudilerin özellikle Yemen’den ithal ettikleri çeşitli ürünlerden bahsedilmektedir. Maknâ ve ‘Uman limanlarında nakliye ve balıkçı gemilerinin inşa edildiğini daha önce belirtmiştik. Kur’an, Kızıl Deniz ve Basra Körfezi gibi iki komşu denizde yapılan inci ve mercan avcılığından bahseder.530 Kuşkusuz hekimlikte kullanılan bazı ot ve eczaların ticareti de yapılmaktaydı.

1611. Bu bilgiler, bize İslâm öncesinde Arabistan’ın ekonomik durumu hakkında genel bir fikir vermek için yeterli olmalıdır.
 
Similar threads
Thread starter Başlık Forum Cevaplar Tarih
Hamidullah İslâm'ın Çıkışında Arabistan'ın Dinî ve İçtimaî Durumu Ansiklopedik Bilgi 0

Similar threads

Üst Alt