Zinadan Korunmanın Yolları

Tem 23, 2014
1,098
Maraş
ZİNADAN KORUNMANIN YOLLARI
(RABITA, ÖLÜM RABITASI, ZİKİR, TÖVBE, ORUÇ VB.)
PEYGAMBERDEN ZİNA ETMEK İÇİN İZİN İSTEYEN GENÇ
Peygamber (S.A.V) ashabıyla beraber bulunuyordu. Bir genç çıkageldi ve çok saygısızca:
— Ya Resulallah! Ben felanca kadın ile arkadaş olmak istiyorum onunla zina yapmak istiyorum dedi.
Ashab-ı Kiram bu durumdan çok öfkelendiler. İçlerinden gazaba gelerek genci dövmek ve Resulullah'ın (s.a.v) huzurundan çıkarmak isteyenler oldu. Bazıları bağrıştılar. Çünkü genç çok hayasız konuşmuştu.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) bırakın o genci buyurdu. Sonra genci, dizlerini kendi mübarek dizlerine değdirecek şekilde oturttu ve:
— Ey genç birinin annenle bu kötü işi yapmasını ister misin? Bu çirkin hareket hoşuna gider mi? diye sordu.
Genç hiddetle:
— Hayır Ya Resulallah diye cevab verdi. Resulallah (s.a.v):
— Öyleyse o çirkin işi yapacağın kimsenin evlatları da bundan hoşlanmazlar. Sonra:
— Peki, sever misin? diye sorduklarında genç :
— Hayır, asla! diyerek hiddetleniyordu.
__ Şu halde insanlardan hiç kimse bu işi sevmez buyurdu.
Sonra Hz. Peygamber (s.a.v) mübarek elini bu gencin göğsüne koyarak şöyle dua etti:
— Allah’ım! Sen bu gencin kalbini temiz kıl. Namusu ve şerefini muhafaza eyle ve günahlarını da bağışla,buyurdu.
Ey gençler topluluğu! Sizden evlenmeye gücü yetenler evlensin. Çünkü evlenmek gözü daha çok muhafaza eder, namusu daha fazla korur. Evlenmeye gücü yetmeyenler ise oruç tutsun. Çünkü oruç kalkandır.

Manevi ilim sahibi Allah dostları gönül doktorlarıdır. Nice hasta gönüller, onların ilaçlarıyla derman bulmuştur. Doktora ve ilaca güvenmek, tedavinin başıdır.
Mürşidin söylediklerini yaparak çalışanlar gün be gün Allah Tealâ’ya yaklaşmaya ve O’nu daha çok sevip O’na karşı derin bir haşyet duymaya başlarlar.
Allah dostlarıyla birlikte olmak yalnızca bildiğimiz anlamda insanların bir araya gelmesi şeklinde değildir. Arada ne kadar uzaklık olursa olsun onları düşünmek, yanlarında ve yakınlarında olduğu duygusuyla hareket edip kendilerini örnek olarak görmek, bir arada olmak gibi faydalıdır. Tasavvufta bu durum rabıta olarak adlandırılır.
Allah dostunu hiç aklından çıkarmayıp, onu yanındaymış gibi düşünen kişi, yapıp edecekleri hakkında daha hassas olur. Nefsini bu rabıtayla kontrol eder. Başkalarının tepkilerine göre değil, Allah dostu yanındayken nasıl davranacaksa öyle davranır.
Allah dostlarının yazdığı veya onların sözlerinin derlendiği kitaplarda okuduğumuz gibi, böyle bir rabıtayla irtibat kuran kişinin kalbine nur dolmaktadır. Kendisiyle manevi irtibat kurulan Allah dostunun kalbinden gelen bu nur kişinin kalbini temizlemekte, Allah Tealâ’ya yaklaşabilecek bir hale girmesini sağlamaktadır.
Rabıta insanın kalbini temizleyip ilahi nurla dolmasına vesile olduğu içindir ki günahın barınağı olan nefis kalp sultanının emrine girer. Böylece kişi günahlarını terk edip Rabbinin rızasını kazandıracak amellere yönelir.

***

Yakınlığı elde etmek için yapılacaklardan biri de zikirdir. Farklı anlamlara gelebilen zikir, tasavvuf eğitiminde Allah Tealâ’nın isminin çokça tekrar edilmesi demektir. Eğitim alınan Allah dostunun gözetimindeki bu tekrar, kalbi temizleyip nefsi terbiye eden bir etkiye sahiptir.
Yine tasavvufun yaklaştırıcı, yakınlaştırıcı usullerinden biri hatme-i hacegândır. Hatmede fatihalar, salavatlar, zikir ve dualar okunup din ve tasavvuf büyüklerine hediye edilir.
Allah sevgisi kalbe yerleşsin diye salih insanlarla bir arada bulunmak, onlarla irtibatlı olmanın yanı sıra onların kitaplarını okuyup tasavvuf ilmine dair doğru bilgileri edinmek gerekir. Tasavvufu kendince yorumlamak, mutasavvıfların belirlediği yolun dışına çıkmaya yol açar. Bu durum Allah Tealâ’ya yakınlaşmayı sağlamaz.
Allah dostları, kâmil mürşitler, Rasulullah s.a.v. Efendimizin manen mirasçılarıdır. Dinin hem zahirine büyük önem verirler, hem derin bir bâtınî kavrayışa sahiptirler. Allah sevgisini ve ihlâsı elde etmek isteyenler için, onlarla yakınlık kurup eğitim ve terbiyelerini kabul etmek en güvenilir yoldur.

Günahtan korunabilmenin bir başka faktörü zikirdir. Allah'ı hürmetle ve mahcubiyetle anmak, bizlere nefsin, şeytan ve cinlerin şerlerinden korunma kapılarını açar. Kur'an -ı Kerim'de, “Allah'ı çok anın ki, başarıya erişesiniz.” ( Enfal , 45; Cuma, 10) Kalpler ancak Allahın zikriyle tatmin olur *[Rad 28], buyurulur . Çünkü bizler Rabbimizi andıkça O da bizleri anacaktır ve lütfuyla koruması altına alacaktır: “Öyle ise beni anın ki, ben de sizi anayım; bana şükredin, nankörlük etmeyin.” (Bakara, 152)
Takva faktörünü de unutmamalıyız. “Ona bozukluğunu (yani günahını) ve korunmasını (yani takvasını) ilham edene andolsun ki, nefsini temizlikle parlatan gerçek kurtuluşa ermiştir.” (Şems, 8-9 ) Bu ayetin de gösterdiği üzere fücûr yani günah ile takva birbirinin zıddı olan kavramlardır. İnsan kendisini günahlardan, kötülüklerden arındırdığı ölçüde takvaya doğru yaklaşacaktır.

TÖVBE

Tövbe işlenen günahlardan pişman olmak, bir daha işlemeyeceğine dair Cenab-ı Hakk'a söz vermektir. Tövbe etmek gerçekten pişman olmakla başlar. “Tövbe ettikten sonra günaha her meyledişimizde içimizden bizi uyaran bir ses var” diyen gençler, tövbeyle buldukları huzuru böyle dile getirirken hayatlarına gelen düzene de dikkat çekiyor. Anlaşılan o ki tövbe, insanın hem manevi hem de maddi dünyasında yepyeni bir sayfa açmasına vesile oluyor.
Başka bir genç: “İnsan temizlendiğini düşünerek günahtan daha çok kaçınıyor. Tam günaha dalmak üzereyken içinden bir ses kendisini engelliyor sanki. İnsan böyle bir günahı işlemeyi düşünmekten dolayı bile çok şiddetli pişmanlık duyuyor.” diyor.
Henüz daha hayattayken bir an önce kendimizi sorgulamalı ve davranışlarımızı düzeltmeliyiz. İnsan düştüğü hatalardan en kısa sürede kurtulmaya çalışmalı, hatalarını kabul ederek Allah’tan bağışlanma dilemeli ve onlardan bir daha yapmamak üzere uzak durmalıdır.
Şu da var ki şeytan, daha gençsin sonra tövbe edersin, Allah merhamet eder. Diyerek bizi oyalar ve tövbemizi geciktirir. Bu geciktirmeler uzadıkça kalbimiz günaha alışır ve tövbe etmek artık aklımızın ucundan bile geçmez olur. Sonra günahlar küçümsenmeye sayılmamaya başlar. Şeytan "İşte yapamıyorsun; tövbeni tutamıyorsun. Sen gençliğini yaşa, hizmetine ve ibadetine ara ver. Sonra düzeltirsin kendini."diyerek insanı oyalar; ta ki ecel gelene kadar…
Halbuki insanın yaşı kaç olursa olsun tövbe için geç kalmış sayılmaz. Yeter ki ecel yetişmiş olmasın. Hiç kimsenin son anda ne durumda olacağı belli değildir. O nedenle ecel gelmeden önce günahlarımızın affı için Cenab-ı Hakka yönelmeli ve bir daha yapmamak üzere tevbe etmeliyiz. Vakit bu vakittir; zaman geçirmeden tevbe edip hatalarımızdan uzak duralım, kendimize tertemiz bir sayfa açalım. Allah’ın rahmeti geniştir, ümit kesmek olmaz.
Günaha giren genç, bunu geçici, anlık zevkleri için yapmakta, ancak o anlar bittikten sonra kalpte üzüntü ve keder yumağı kalmaktadır. İnsan yaptığı günahlara vicdanen rahatsız olsa da yine nefsine uyup tekrar düşebiliyor. Günahlara bağımlı olup kalp katılaşmadan önce tövbe etmeliyiz. Hatalarımızı terk edinceye kadar pişmanlığa ve tövbeye devam etmeliyiz. Kul olarak ta zaten başka çaremiz yok.
Bir adam, Hazreti Ali efendimize (r.a) gelir:
“Ben yaptığım hatalarla mahvoldum, ne olacak halim?” diye ümitsiz şekilde sızlanır.
İmam-ı Ali efendimiz (r.a) de:
“Mahvolacak zamana daha gelmedik, tövbe kapısı henüz kapanmamıştır, tövbe et, yoluna devam et,” der.
O ümitsiz adam:
“Benim günahım öylesine büyük ki, tövbe ile filan affa uğrayacak gibi değildir” der.
İmam-ı Ali efendimiz (r.a) de:
“Hiç düşündün mü, senin günahın mı büyük, yoksa Rabb’imizin affı mı?” diye sorar.
Adam duraklar, düşünür, “Elbette Rabbimin rahmeti...” der.
Hazreti Ali efendimiz (r.a): “Öyle ise..” der. “Rahmeti senin günahından büyük olan Rabbimizin affından ümidini kesme de tövbe edip kıble istikametli yoluna devam et.” Adam yine sorar:
“Ne zamana kadar tövbe?..”
Cevap tek cümledir: “Tövbe ettiğin günahı terk edinceye kadar!..”

“Eyvah, ben dengemi kaybedip düştüm, ayağa kalkmam imkânsız, hatta benden istikametli adam olmaz artık..” diye vesveseye kapılmamak gerekir. Böyle demek insana, hedefine doğru yürüme azmini kaybettirir.
Halbuki Allah Resulü Efendimiz (sas), sürçerek günah çukuruna düşenlerin tekrar dengelerini bulup yollarına devam etmelerini temin için şöyle buyurmuştur:
“İnsanlar mutlaka hata yaparlar. Ancak hata yapanların hepsi de şerli insan değildir! Hata yapanların da hayırlısı vardır...”
“Kimdir hata yapanların hayırlısı ya Resulallah?” diye soranlara ise:
“Hatalarından sonra tövbe ederek aynı azim ve aşkla yollarına devam edenler!..” buyurmuştur.

Gençlik çağı insanın, canının istediğini yapabileceği, iyi kötü her türlü hayalin ardından koşabileceği dönemdir. Bu dönemde kişinin nefsine hakim olması, ibadet ve taatini aksatmaması yaşlı kimseye göre daha zor olduğundan mükafatı da boldur.
Demek ki insan bazen bilmeden, bazen de nefsine uyarak hata yapabilir, bu her şeyin mahvolması manasına gelmez, ümidin kesilmesini gerektirmez. Kullar ne kadar günah işlemiş olurlarsa olsunlar, bir daha kesinlikle yapmamak üzere dönüş yaparlarsa, yani umutsuzluğa kapılmadan Allah'a yönelip tevbe ederlerse, Allah onları affeder. Günahlarımızın affı ve yeni günahlardan korunma konusunda Allah'tan asla ümit kesmemeliyiz.
***
Şunu da hatırdan çıkarmamak gerekir ki; kesin olarak haram olan bir şeyin haram olduğuna inanmayan, kabul etmeyen kafir olur. İmana dönmeden o haliyle ölürse ebedi cehenneme gider.
O yüzden insan –şeytana uyup günah işliyor olsa bile- yine de haram olan şeyler için "haram değil, bu devirde böyle şey olmaz" deyip inkar etmemeli, bilakis Rabbine tevbe ederek günahından uzaklaşmaya çalışmalıdır.
Allah'ın (c.c) bir lütfudur ki, tevbe kapısı daima açık tutulmuştur. Tevbe edenlerin o kötülükleri hiç işlememiş gibi olacağı müjdesi verilmiştir.
O halde Yapılan haramın günah olduğunu inkar etmeden, yaptığın günah ve kötülüğü sevmeden, günahından dolayı tevbe et, Allah’tan af dile ve o günahtan uzaklaş!
 
Üst Alt