Mucize

Hamidullah

Yönetici

Yönetici
Tem 13, 2014
2,497
T. C.
MUCİZE Allahû Teâla (cc) nın emirlerinde ve nehiylerinde, insanlar için büyük hikmetler vardır. Şurası muhakkaktır ki insan, en güzel biçim ve surette yaratılmış, yerde ve gökte bulunan bütün nimetler emrine verilmiştir. Meselenin önemli noktası bütün bu nimetler daha önce kazandıklarının karşılığı veya mükâfatı değildir. Öyle ise bütün bu nimetler, birer imtihan vasıtasıdır. Peygamberler, Allahû Teâla (cc)'nın hükümlerini insanlara tebliğ etmek için, yine insanlar içerisinden seçip, görevlendirdiği kimselerdir. Bunlara nebi ve resûl denir. Hz. Adem (a.s)'dan itibaren bütün peygamberler insanları, Allahû Teâla (cc)'ya iman ve ibadet etmeye davet etmişlerdir. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de: "Andolsun ki biz her kavme `Allah'a ibadet edin. Tâgût'a kulluk etmekten kaçının diye (tebligat yapması için) bir peygamber göndermişizdir."(1)hükmü beyan buyurulmuştur. Peygamberlik yüce bir makamdır. Dolayısıyla kendi kendini peygamber ilân eden kimselerin ortaya çıkması mümkündür. Allahû Teâla (cc)'nm görevlendirdiği nebi ve rasûlleri ile peygamberlik iddiasında bulunan sahtekârları birbirinden ayırmak, son derece önemlidir. Bu noktada karşımıza mu'cize kavramı çıkar.İnsanların kalplerini mutmain kılmak ve şüphelerini gidermek için Allahû Teâla (cc) nübüvvetle görevlendirdiği kimseleri, mu'cizelerle teyid buyurmuştur. Mu'cize kelimesi Arapça olup (A-C-Z) kökünden türemiştir. İcâz'dan (âciz bırakmak) ism-i fail olup sonundaki "ta" mübalağa içindir. Lûgatta; karşı konulmaz, insanı âciz bırakan hârika(2) mânâlarına gelir. Çoğulu mu'cizâttır. İslâmî ıstılâhta: "Münkirlere meydan okuduğu sırada peygamberlerin ellerinde, nübüvvet davalarında doğruluklarını isbat için, Allahû Teâla (cc) tarafından tabiat kanunlarına muhalif olarak yaratılan hadisedir ki, benzeri başkaları tarafından getirilemez."(3) şeklinde tarif edilmiştir. Nübüvvet dâvâsından çok önce veya çok sonra meydana gelmez. Zira, ortada nübüvvet davası söz konusu olmadan, inkârdan veya tasdikten bahsetmek mümkün değildir.Mucizeler peygamberlerin doğruluğunu isbat eden deliller olduğu için; Kur'ân-ı Kerîm'de ayet, beyyine ve burhan olarak zikredilmiştir. Şimdi kısaca bu hususları izah edelim:a) Âyet: Arapça bir kelime olup, "nişan ve âlamet" mânâsına gelir (4) Kur'ân-ı Kerım'de peygamberlerin mu'cizelerine âyet denilmiştir. Mu'cizeler rasûllerin ve nebilerin doğruluklarına delâlet eden birer alâmettirler. Nitekim Hz. Sâlih (sav), peygamberliğini inkâr eden kavmine "İşte size bir âyet (mu'cize) olmak üzere Allah'ın dişi devesi"(5) demiştir. Âyet kelimesi Kur'ân-ı Kerîm'de değişik mânâlarda kullanılmıştır.b) Beyyine: İster aklî olsun, ister duyularla hissedilen olsun; delâleti sarih olan delil ve şahid demektir (6) Kur'ân-ı Kerîm'de mu'cizeler; peygamberlerin nübüvvetlerine delil ve şahid olduğu için, bu kelime ile ifade edilmiştir.(7) Beyyine kelimesinin çoğulu beyyinâtdır. Bu kelime; mevsufu mukadder kılınıp ve zikrolunmayınca, Kur'ân da mu'cizeler mânâsına kullanılır. Mucizelerin gayrisinde kullanılması nâdirdir."Meryem'in oğlu İsa'ya da beyyineler (mu'cizeler) verdik.'(8)"Peygamberleri onlara beyyineler (mu'cizeler) getirmişti.(9) Burhan: Kur'ân-ı Kerîm'de mu'cizeye burhan da denilmiştir. Nitekim, "Elini yakanın içine sok. Âfetsiz, bembeyaz olarak çıkacaktır o. Korkudan (kanad gibi açılan) ellerini kendine (birbirlerine) kavuştur. İşte bu ikisi (asâ ile yed-i beyzâ mu'cizesi) Fir'avn a ve cemaatına iki burhandır."(10) âyetinde, mu'cize mânâsında kullanılmıştır.Mu'cizeler, peygamberlerin sıdkını göstermek hususunda Allah'ın şehadeti hükmündedir. Çünkü mu'cizeler, câri olan adete (sünnetullaha) muhalif olarak yaratılmış ve benzerlerini de başkaları gösterememiştir. Rasul-i Ekrem (sav) her peygambere, insanların inanacakları kadar mu'cize verilmiş olduğunu beyan buyurmuştur.(11)Bir peygamber insanlara nübüvvetini ilân edince, ondan doğruluğuna dair delil ve şâhid istenir. Hz. Sâlih (as) kavmini imânâ dâvet edince, ondan derhal mu'cize istemişlerdir: "...Bununla beraber eğer (peygamberlik dâvâsında) sâdıklardan isen, haydi bir âyet (mu'cize) getir.. dediler. Hz. Sâlih (as)'de onlara: "İşte bu dişi deve (anak). Su içme hakkı (birgün) onundur. Belli bir günün içme hakkı da sizindir. Ona bir kötülükle ilişmeyin. Sonra sizi büyük bir günün azabı yakalar. Derken onu kestiler. Fakat pişman oldular. Çünkü kendilerini o azab yakalayıverdi. Şüphesiz bunda mutlak bir âyet (mu'cize) vardır. Böyle iken onların çoğu iman ediciler değildirler."(12) Resûl-i Ekrem (sav)'in elinde, birçok mu'cize zuhur ettiği halde, müşrikler daha fazlasını istemişlerdir. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de bu husus açıkça belirtilmiştir:"Dediler ki; `O'na (Muhammed'e) başka mu'cizeler de indirilmeli değil miydi? De ki: `O mu'cizeler ve âyetler Allah katındandır. Ben ancak (şirkin ve zulmün başınıza getireceği felâketi) apaşikar haber verenim. Sana indirdiğimiz bu Kur'ân o mu'cize isteyenlerin karşısında okunup dururken (hâlâ) onlara kâfi gelmedi mi? Şüphesiz ki bu Kur'ân'da, iman edecek bir kavim için büyük bir rahmet ve bir öğüt vardır."(13) Resûl-i Ekrem (sav)'in vefatından sonra nübüvvet sona ermiştir. Kur'ân-ı Kerîm, hem bir mu'cize, hem mu'cizelerin şahidi olarak, insanların ellerindedir.
 
Üst Alt