Kur’an’da Devlet Anlayışı

Cansu

Bismillahirrahmanirrrahim
Tem 11, 2014
525
Denizli
Kur’an’da Devlet Anlayışı

1431. Muhammed (AS) dünyaya geldiği sıralarda, Arabistan’da tam anlamıyla hiçbir Devlet yoktu. Yemen’deki Kinde Krallığı yerini uzun zamandan beri bir kabile anarşisine bırakmış ve kıyı bölgeleri genellikle İran, Bizans ya da Habeşistan gibi yabancı devletlerin himayesi altında bulunuyordu. Doğduğu şehir olan Mekke, yukarıda tanımlamaya çalıştığımız oligarşik düzen dışında, hiçbir zaman, yerli ya da yabancı bir Devlet yönetimine tabi olmamıştı. Bununla birlikte, Kur’an’da krallıklara ve kralların görevlerine göndermeler yapan birçok ayet vardır. Doğruyu söylemek gerekirse, Kur’an sadece monarşik yönetimlere göndermelerde bulunur; örneğin, cumhuriyet gibi diğer yönetim biçimlerine asla atıfta bulunmaz. Resulullah (AS)’ın vefatından sonraki ilk İslâm devletinin, hiçbir şekilde tevarüs anlayışına dayanmamasıyla daha çok bir “cumhuriyet rejimi”ni andıran özelliği oldukça dikkat çekicidir.

1432. Kur’an iyi krallardan da bahsetmiştir kötülerden de: Kur’an’da her iki türe ait anlatımlara yer verilmesi, insanların iyi örnekleri taklit edip kötülerden kaçınmalarını sağlamayı amaçlamaktadır. Kur’an, Bizans ve Sâsâniler arasındaki savaşta olduğu gibi, o dönemde yaşanan bazı olaylara göndermelerde bulunmakla birlikte, bu komşu imparatorluklardaki yönetim biçimlerini tanımlama ve açıklama yoluna gitmemiştir. Anayasa hukuku bakımından en önemli ayetler, hem eski çağlara ait hükümleri, hem de İslâm’ın konuyla ilgili özel hükümlerini ele almaktadır. Eski çağlarla ilgili olarak anlatılan kıssalarda dâima bir peygamberin hayatı yer alır; bu nokta çok önemlidir, zira Muhammed (AS)’den önceki peygamberlerin uygulamalarının (şeriatlarının) halen yürürlükte olduğunu bilmeleri Müslümanlara Kur’an emriyle hatırlatılır:

“(Aralarında İbrahim, İsmail, Yûsuf, Musa, Harun, Davut, Süleyman ve İsa’nın da bulunduğu 18 peygamberin adı zikredildikten sonra) İşte o peygamberler, Allah’ın hidayet ettiği kimselerdir; Sen de onlara uy!”337

Böylece, Müslümanlara benzer şekilde hareket etmeleri için en küçük bir emir bile vermeyen, ancak sadece eski peygamberlerin hayatlarını tasvir edip açıklayan ayetler, Muhammed (AS)’e birtakım şeyleri yapmasını emreden ayetler kadar önemli hale gelmektedir. Kuşkusuz, eski peygamberlerin tutum ve davranışları ile ilgili olarak, İslâm’ın kendi asli kaynakları olan Kur’an ve Hadisler dışında güvenebileceği hiçbir kaynak yoktur. Ancak bu durum, hukukçuların ve anayasa uzmanlarının İslâm devletinde uygulanabilecek yasaları çıkarma gayretlerinde kendilerine geniş bir hareket imkânı sağlamaktadır. Eğer doğrudan doğruya Müslümanlara hitaben vaz’edilmiş açık ve kesin hükümler söz konusu olsaydı, durum böyle olmaz ve serbest hareket imkânı ortadan kalkardı.

1433. İslâm, insanların hem bireysel hem de ortaklaşa ilişkilerine çok önem verir. İktidardaki bir milletin yerini başka bir milletin almasından söz eder ama bir Devlet şeklinin yerini bir başkasının almasından bahsetmez. Kur’an’a göre peygamberlerin görevi daima, kötü yönetici ya da hükümdarın tutumu sonucunda töreleri bozulmuş bir toplumu ıslâh etmek olmuştur. Öyleyse Kur’an’da anlatılan Devletin tarihiyle ilgili açıklamaları izlemek çok yararlı olacaktır.

Kur’an’da Devletin Tarihçesi

1434. Âdem (AS)’den Nuh (AS)’a kadar geçen dönem içerisinde, Devlet söz konusu edilmemiştir; Kur’an’da ancak İbrahim (AS)’den sonra kralların adının geçtiği görülür; bu kral ya da hükümdarlar, tebaalarının canları ve malları üzerinde mutlak bir egemenliğe sahiptiler.338 Kur’an’ın rahatsız olup karşı çıktığı mutlakıyet değildir; o, iktidarın kötüye kullanılmasına baş kaldırır; çünkü onun sözünü ettiği kral, sadece putperestlikten vaz geçmek konusunda İbrahim (AS)’i dinlememekle kalmamış, onu yakmak için diri diri ateşe atacak kadar ileri gitmişti.339 Bu ayette söz konusu edilen yer ve kişi, Babil ve Nemrut (Hammurabi?)’tur. Kur’an’ın tasvirine göre, bu kralın kendisine danışmanlık hizmeti veren başkanları ve ayrıca kendisine suç isnat edilenlere savunma hakkının verildiği adil mahkemeleri vardı.

1435. Yûsuf (AS) zamanında Mısır, Devlet kurumları bakımından oldukça gelişmişti.340 O zamanlar bir hükümdar (melik) ve onun çok kudretli bir veziri (azîz) vardı; ayrıca katiller ve şüpheli şahıslar için hapishâneler olduğundan bahsedilmektedir. Bunların kaderini tayin edecek kararlar alınmadan önce, haklarında soruşturmalar açılırdı. Görüldüğü kadarıyla bu vezir, herhangi bir kimseyi sorgusuz sualsiz, hakkında dava açmadan ve hatta kralın iznini almadan hapishaneye gönderebiliyordu. Ancak idam cezasını sadece kralın kendisi takdir ediyordu. Devlet, özellikle kıtlık gibi âfetler sırasında halkla ilgilenmekteydi. Yûsuf (AS) haksız yere hapis cezasına çarptırılıp daha sonra kralın emri ile özgürlüğüne kavuşunca, bu haksızlığa neden olan vezir, kralın gözünden düştü ve belki de bu yaptığını hayatı ile ödedi. Her halde, kral, kendisine nasıl bir iyilikte bulunabileceğini sorunca, Yûsuf kendisine verilecek görevi belirlemekle kalmayıp, bu görevi hakkıyla yerine getirmek için gerekli nitelikleri de bildirdi:

“Beni ülkenin hazinelerine tayin et! Çünkü ben (onları) çok iyi korurum ve bu işi bilirim, dedi.”341

Gerçekten de Yûsuf vezir oldu ve Mısırlıların yanı sıra, o zaman Mısır krallığının tebaası olan Suriyeli ve Filistinliler de onun vezirliğinden çok memnun kaldılar. Özellikle art arda yedi yıl süren kıtlık sırasında, Yûsuf (AS)’un yönetiminin aldığı önlemler sayesinde, Devletin tahıl ambarları ağzına kadar doldu.

1436. Kur’an’da “kötü krallara” yapılan göndermelerde bile onların yaşantılarının bütün yönleri tam bir aşağılama ile anlatılmamıştır. Aksine, Musa (AS)’nın Mısır’da kalışı ile ilgili kıssada, Kur’an, Mısır’ın mutlak hâkimi Firavun’un oldukça hikmetli ve makul hareket ettiğine işaret eder. Musa (AS) sudan çıkarılmış ve kraliçe tarafından büyütülmüştü. Daha sonra bir İsrailliyi savunmak için Mısırlı birini öldürmekten sorumlu tutulmuş ve ertesi gün Musa’nın aynı Yahudi’yi güçlükler içinde bulduğunda karşılaştığı durum Kur’an’da şöyle nakledilmiştir:

“Musa, ikisinin de düşmanı olan adamı yakalamak isteyince, o adam dedi ki: Ey Musa! Dün bir cana kıydığın gibi, bana da mı kıymak istiyorsun? Demek, düzelticilerden olmak istemiyor da, bu yerde ille yaman bir zorba olmayı mı arzuluyorsun sen! Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi: Ey Musa! İleri gelenler seni öldürmek için hakkında müzakere ediyorlar. Derhal (buradan) çık! İnan ki ben senin iyiliğini isteyenlerdenim, dedi.”342

1437. Bu ayet, bir yandan Mısırlıların köleleri İsrail oğullarına karşı yaptıkları son derece iğrenç tutumlarına rağmen oldukça gelişmiş bir ahlâkî ve siyasî vicdanın varlığını gösterirken; öte yandan, bir Mısırlının öldürülmesine rağmen, kralın tedbirsiz davranmayıp, suçluya ceza vermeden önce danışma meclisini toplantıya çağırdığını göstermektedir.

1438. Musa (AS) Mısır’ı terk etmiş ve ancak aradan uzun yıllar geçtikten sonra dönebilmiştir. O zaman, gerçekleştirmek üzere kendisine iki hedef belirledi: Kavmini Mısır’daki putperest boyunduruğundan kurtarmak ve ona yeni bir yurt temin etmek. Kur’an’daki verilere göre, Musa ve onun bu ilâhî görevinde kendisine yardımcı olarak seçilen kardeşi Harun, önce bütün çarelere baş vurarak Firavun’un iman etmesi için çalıştılar. Bu takdirde İsrail oğulları kendiliğinden özgürlüklerine kavuşmuş olacaklardı. Bunu başaramayınca, Musa, Mısır kralından ülkeyi terk etmek üzere kendilerini bırakmasını istedi. Bu öneri Mısır kralının hükümetince kabul edilmedi. Kur’an’a göre bu hükümette Hâmân (Ammon?) adında bir vezir ve bir de “büyükler meclisi” (mele’) vardı. Bunların görüşünü almadan, kral önemli bir konuda karar vermezdi. Bu meclisin görüşmeleri oldukça hikmetli ve mantıklı görünmektedir. Zira Musa ve Harun’un, Kralın bağlı bulunduğu dine karşı meydan okuma ve kışkırtmalarına, ayrıca bu iki kardeşin Mısır’ın o günkü rejimini devirmek istemiş olmalarına rağmen, kral:

“(…) Bu çok bilgili bir sihirbazdır. Sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Ne buyurursunuz?”343

diye sorunca, danışmanlar şu karşılığı vermişlerdir:

“Onu da kardeşini de beklet; şehirlere toplayıcılar (memurlar) yolla. Bütün bilgili sihirbazları sana getirsinler.”344

Musa’yı basit bir sihirbaz olarak görüyorlar, fakat ondan sadece kaba kuvvet zoruyla kurtulmak da istemiyorlardı.

1439. Günümüzün siyasî anlayışına göre belki Musa (AS)’yı mutlak anlamda bir kral olarak değerlendiremeyiz. Ancak o kendi cemaati üzerinde bir başkan ya da komutanın sahip olabileceği tüm yetki ve güçlere sahipti. Kur’an’a göre, Musa’nın Allah’tan, ortak bir başkan, yardımcı bir peygamber istemiş olduğunu kaydetmesi oldukça ilginçtir:

“Bana kendi ailemden bir de vezir (yardımcı) ver:

Kardeşim Harûn’u.

Onun sayesinde arkamı kuvvetlendir.

Ve onu işime ortak kıl.”345
 

Similar threads

Üst Alt