İslâmî Dönemde Devlet Anlayışı

Cansu

Bismillahirrahmanirrrahim
Tem 11, 2014
525
Denizli
İslâmî Dönemde Devlet Anlayışı

1426. Mekkelilerin kendilerine özgü “demokratik” oligarşik kurumlarına titizlikle bağlı olduklarını, hatta bu yüzden Bizans İmparatorunun önerilerine karşı gelecek kadar ileri gittiklerini görmüştük. Bu tür ruhsal eğilimler yaygın iken ülkede İslâmiyet’in vücut bulması hiç de kolay olmamıştır. Sadece Muhammed (AS)’in ailesinin sorumluluğunda bulunan kutsal Zemzem kuyusu hizmetinin yanı sıra, daha birçok önemli kurum vardı. Üstelik Muhammed (AS)’in babası da, yetim oğluna miras bırakabileceği hiçbir idarî imtiyaza sahip değildi: Dedesinden kalan imtiyazlar ise, tevarüs yoluyla amcası Ebû Tâlib’e, daha sonra da diğer bir amcası Abbâs’a geçmişti. Ailesinin içinde de, başkanlığa Muhammed (AS) değil, önce Ebû Tâlib, daha sonra da Ebû Leheb getirilmişti. O günkü koşullar altında, Muhammed (AS)’in ne kendi kabilesi bünyesinde ne de genel olarak şehirde hiçbir idarî yetki elde etme imkânı bulunmamaktaydı.

1427. Ancak Resulullah (AS) hiçbir zaman maddî-dünyevî bir iktidar düşünmemiştir. Zaten bu da, hemşehrileri kendi putlarına dil uzatıp gülünç duruma düşürmemek koşuluyla ona hükümdarlık önerisi götürdüklerinde, onun:

“Güneşi sağ elime ve ayı da sol elime verseniz, yine de davamdan vazgeçmem!”

demesinden anlaşılmıyor mu? Muhammed (AS), bir Devlet kurmaktan çok, kendine inananları örgütlendirmeyi düşünmüştü. Hükümdarlıktan ise nefret ederdi. Bir kabilenin ya da bir bölgenin yöneticileri onun tebliğ ettiği dava etrafında toplansalardı, siyasî iktidar da zaten kendiliğinden ve sıradan bir şey olarak onun eline geçebilirdi. Devlet onun gözünde bir amaç değil bir araç idi.

1428. Çalışmamızın ilk bölümlerinde, onun dine yeni girenlerden nasıl koşulsuz bir teslimiyet ve itaat istediğine dikkati çekmiştik:

“Genişlikte ve darlıkta, sevinçte ve tasada dinleyip itaat etmek esastır. Seni kendi nefsimizden üstün tutacağız. Emir ve kumanda hangimizde olursa sana muhalefet etmeyeceğiz. Nerede bulunursak bulunalım gerçeği beyan edeceğiz. Ve Allah yolunda kimsenin ayıplamasından korkmayacağız.”

(Bu ifâdeler, Hicretten önce Akabe’de Muhammed (AS)’e edilen biat, yani “bağlılık yemini”, başka bir deyişle İslâm Devleti’nin temelini oluşturan toplumsal sözleşme metnidir.) Kendisine inananlara “dinlerini” getirip öğreten Resulullah (AS) idi; onların “kanun koyucusu” da “hâkimi” de kendisi idi. Ortada henüz bir “ülke” yoktu. Ancak -belki teokratik, yani ilâhî kanun ve ilkelere dayanan bir düzende- Devletin ihtiyaç duyabileceği bütün diğer elemanlar burada mevcuttu. Mekke’de, Hicretten önce, doğrudan doğruya ve tek başına o küçük cemaatini “yönetebilmişti.” Bazı Medineliler ona iman eder etmez onları derhal on iki müttefik kabilenin her birine temsilci (nakîb) olarak tayin etti. Muhammed (AS) Medine’ye yerleştiği zaman, kalan tek eksiği yani “ülke” de kendisine verilmiş ve o, Medine’de bir Şehir-Devlet kurup yönetmek üzere, dünya tarihinde bu türde ilk olmak üzere yazılı bir “anayasa” çıkaracak kadar ileri gitmişti (bk. § 341-358).

1429. Başlangıçta bu anayasa sadece Medine şehri için geçerli olmakla birlikte, çok sıkı bir biçimde Medine’ye özgü ulusal ve yerel bir anayasa niteliği taşımıyordu. Aksine, bu anayasa İslâm’ı kabul eden bir başka yöreye ya da Medine’ye ilâve olunan bir bölgeye de pekalâ uygulanabilirdi. Gerçekten, bu anayasa, Medine’yi merkez olarak kabul eden ve üç kıtaya yayılmış koskoca bir imparatorluğu yönetecek esnekliğe sahipti; ve hiçbir zaman bu belgeyi değiştirme ya da ortadan kaldırma gibi bir ihtiyaç duyulmamış, sadece zaman içinde yeni idarî düzenlemeler eklenmiştir.

1430. Bu belgenin içeriğini daha önce çözümlemeye çalışmıştık; bu konuya tekrar dönmeyeceğiz. İlerleyen sayfalarda, Resulullah (AS)’ın öğretisi ve uygulamasında, özellikle de Kur’an’da bulabildiğimiz kadarıyla anayasa ile ilgili diğer açıklama ve bilgileri bir araya getirmenin yararlı olacağını düşünüyoruz
 

Similar threads

Üst Alt