Bayrak ve Sancak

Cansu

Bismillahirrahmanirrrahim
Tem 11, 2014
525
Denizli
Bayrak ve Sancak

1717. İslâm edebiyatında kendisinden en çok bahsedilen ve İranlıların elindeyken düşman tarafından asla ele geçirilemediği için oldukça değerli kabul edilen bayrak, kuşkusuz H. 14 yılında Ömer’in Halifeliği sırasında cereyan eden Kadisiye savaşı sırasında Müslümanların eline geçen Direfş-i Kâveyânî adlı İran bayrağıdır. Aslında pek bir değeri olmayan bu bayrağı, İranlılar Müslümanların eline geçtiği sırada iki milyon altın dinar değerinde çok değerli taşlarla süslemişlerdi. el-Kâdî er-Reşîd’in Kitâbu’z-Zehâir ve’t-Tuhaf (s. 17) adlı eserinde ve Taberî ve Mes’ûdî’nin eserlerinin ilgili bölümlerinde bu konuya yer verilmektedir. Çünkü burada söz konusu edilen sancak, ülkeyi bir zâlim hükümdarın idaresinden kurtarmayı başaran asî bir kahramana ait idi.

İslâmiyet’ten Önceki Arap Yarımadası

1718. Yukarıda anayasa ile ilgili bölümde İslâm-öncesi Mekke’sinden bahsederken, bu Şehir-Devleti oligarşisinde bayraktarlık ve sancaktarlık (sırasıyla liva’ ve râye muhafızlığı) görevlerinin bulunduğunu görmüştük. Kaynaklar bu iki eşanlamlı kelime arasında bir fark olup olmadığını belirtmekle birlikte, bu konuya ilerde değinilecektir. Bununla birlikte, kaynağımız İbn ‘Abd Rabbih, İslâm’dan önceki dönemde Benû Umeyye’nin tevarüs yoluyla üstlendiği râye’nin, el-Ukâb (kelime anlamı: kartal) şeklinde özel bir ad olduğunu, aksine livâ’nın ise Benû ‘Abd ed-Dâr’lara verildiğini eklemektedir.

1719. Bu kitabın baş tarafında Bedir savaşından bahsederken, İslâm Peygamberi’nin, kendisinin Mekke’de bulunan “sürgündeki hukukî (de jure) devletin temsilcisi olduğunu ve de facto (fiilî) olan müşrik otoriteleri gayrı meşru görerek tanımadığını açıklamıştık. Bu nedenle, Mekke oligarşisi içinde çeşitli belediye hizmetlerini üstlenmiş kabile mensuplarından İslâm’ı kabul etmiş olan kimseleri, aynı görevleri bu kez Medine’deki İslâm Devletinde yerine getirmek üzere yeniden tâyin etti. Bu vesile ile, Abd ed-Dâr kabilesinden Mus’ab ibn ‘Umeyr’i İslâm Ordusunun bayraktarlığına getirdi. Gerçekten de Mus’ab, Bedir ve Uhud savaşları sırasında İslâm’ın sancaktarlığını yapmış, hatta Uhud’da şehit düşmüştür. Öte yandan, Resulullah’ın bayrağına (râye), biraz sonra göreceğimiz gibi, el-Ukâb da denilmekteydi.

1720. Öte yandan, Mekkeli müşrikler, âdetleri olduğu üzere kendi livâ’larını, hem Bedir ve hem de Uhud savaşları sırasında, Abdu’d-Dâr’lardan birine teslim etmişlerdi. Bir anlatımda, İbn Hişâm (s. 562), ordunun başkomutanı ve râye görevini tevarüs yoluyla üstlenmiş olan Ebû Sufyan’ın, ‘Abd ed-Dâr’ları daha da cesaret gerektiren bir davranışa teşvik amacıyla şöyle dediğini nakletmektedir:

“Ey Abdu’d-Dâr mensupları! Siz Bedir savaşında bizim livamızı taşımakla görevli idiniz ve başımıza neler geldiğini gördünüz. İnsanların kaderini belirleyecek olan râye’leridir: Eğer o elden gidecek olursa, insanlar da onunla birlikte yok olup giderler. Öyle ise, ya bizim livâ’mızı gerektiği gibi koruyunuz, ya da onu bize bırakınız, biz bu konuda size yeteriz.”

Tabii ki onlar bu suçlamayı reddederek şöyle dediler:

“Yarın onlarla karşılaştığımızda nasıl davranacağımızı göreceksin.”

Gerçekten de, çevresi kendi kabile mensuplarıyla çevrili olan sancaktar sözünde yalancı çıkmayacak, ancak kendisini savunma gayreti onları cidden acıklı bir duruma düşürecektir. Balâzurî, Ensâbu’l-Eşraf (I, § 112) adlı eserinde, bu kabileye mensup onbir başkanın birbiri arkasına bayrağı nasıl taşıdıklarını ve onu savunmak için ölünceye kadar nasıl çarpıştıklarını tasvir eder. Bayrağı koruyan onikinci kişi bir kadındı ve savaş sona erinceye kadar onu taşıyıp müdafaa etti (bk. İbn Sa’d, II/1, s. 28-29).

1721. Burada söz konusu edilen, Abdu’d-Dâr’ların sorumlu olduğu livâ’dır. Aşağıdaki anlatımda ise, Benû Umeyye’ye teslim edilmiş olan Râye-Ukâb’ın söz konusu olduğunu düşünüyoruz: Ali ve Muâviye arasında çıkan iç savaşlar sırasında, Ammâr ibn Yâsir, Ali’nin yanında Sıffîn savaşına katılmış ve “râye’yi karşı taraftaki Amr ibnu’l-As’ın elinde görünce şöyle haykırmıştır

“Gerçekten, Resulullah’la birlikte bu râye’ye karşı üç kez savaştım; bu ise dördüncüsü... Yemin ederim ki, ben Resulullah’la birlikte bu râye’ye karşı üç kez savaştım, ve artık o benim gözümde zühd ve takvaya bir vesile teşkil etmiyor... O gün, râye, Hişam ibn ‘Utbe’nin elindeydi.” (Belâzuri, Ensâbu’l-Eşrâf, I, § 412).

Burada Ammâr’ın sözünü ettiği ve Benû Umeyye’nin Resulullah’a karşı giriştiği üç savaş, Bedir, Uhud ve Hendek savaşları idi. Ancak, az önce de gördüğümüz gibi, bu savaşlarda söz konusu edilen bayrak Abdu’d-Dâr’ların livâ’sıdır. Bu konu oldum olası belirsizliğini korumuştur.

1722. Bu sorunun üstesinden gelmek için, livâ’nın müşrik Mekke’de genellikle düşmana karşı hücum ve çarpışma sırasında ordunun en kahraman askeri tarafından taşınan askerî sancak olduğunu düşünüyoruz. Oysa râye, ordu komutanını simgeleyen bir bayraktır (flama). Bu iki kelime bazen eşanlamlı olarak kullanılmıştır. İslâm’da ise bunun tersi olmuştur.

1723. Resulullah’ın uygulamasına geçmeden önce, İslâm’la çatışma halinde bulunan ve bir bayrağı olduğu söylenen bir başka topluluğa işaret etmek istiyoruz. Tâ’if bölgesinde iki ayrı halk unsuru bulunduğunu daha önce belirtme fırsatı bulmuştuk: Benû Mâlikler ve (farklı kökenlere mensup, ancak oldukça kalabalık ve güçlü durumdaki) Ahlâflar. Evtâs’da Hevâzinlilerle girişilen savaş sırasında, İbn Hişâm’ın (s. 845-850) ifadesine göre, Hevâzinlilerin râye’si siyah renkli olup, uzun bir mızrağa takılmış ve kızıl bir devenin üzerindeki biri tarafından taşınmaktaydı. Bu kişinin öldürülmesi üzerine, bayrağı bir başkası devralmıştır. Ahlâfların râye’sini ise Kârif adında biri taşımaktaydı. Ancak ordunun bozguna uğradığını görünce bayrağı bir ağaca asmış ve kendisi kaçıp gitmiştir.

Resulullah (AS)’ın Uygulaması

1724. Bayrak uygulaması, Resulullah’ın hayatının daha ilk dönemlerinden itibaren ortaya çıkmıştır ve bu kimseyi şaşırtmamalıdır. Zira Mekke’li hemşehrileri de, İslâm’dan önce bunu kullanıyorlardı.

1725. Hicret yolculuğunu tasvir ederken, Resulullah Mekke-Medine yolu üzerinde Eslemlerin arazisinden geçtiği sırada, yolda bunların başkanları Bureyde’nin İslâm’ı kabul ettiğini ve iki arkadaşıyla birlikte “bayraklarını açarak” Resulullah’a öncülük yaptığını belirtmiştik. Kettânî’nin et-Terâtîbu’l-İdâriyye adlı eserinde (I, 317) İbn Hibbân’dan naklen verdiği bilgilere göre, Bureyde, İslâm’a olan bağlılığını göstermek üzere, kendisine bayrak olması için sarığını kesmekle yetinmişti.

1726. Medine’ye gelişinin üzerinden bir ay bile geçmeden, Resulullah Mekkelilere ait kervanların yolunu kesmek amacıyla, daha önce de belirtildiği gibi, bazı askerî birlikler göndermeye başladı. Bu seferlerde kullanılan bayraklarla ilgili bazı ayrıntılar aşağıda verilmiştir.

1727. (1) Ubeyde ibn el-Hâris’in seferi: Resulullah ona bir râye (İbn İshâk, İbn Hişâm’dan naklen, s. 418), bayraktarı Mistah ibn Usâse’ye de beyaz bir livâ vermişti (İbn Sa’d, Vâkıdî’den naklen, II/l, s. 2) Taberî, her iki kaynaktan, İbn İshâk ve Vâkıdî’den yararlandığı için, iki terimi de kullanmıştır.

1728. (2) Hamza’nın seferi: İbn Hişâm’a göre (s. 419) râye; İbn Sa’d’e göre (II/l, s.2) ise bayraktarlığını Ebû Mirsad Kennâz el-Ganevî’nin yaptığı beyaz bir liva’ vermiştir. Taberî, 1 no’lu örnekte olduğu gibi iki ayrı bayraktan söz eder.

1729. (3) Sa’d ibn Ebî Vakkas’ın seferi: İbn Sa’d’e göre (II/l, s.3) bayraktarlığını el-Mikdâd ibn ‘Amr el-Bahrânî’nin yaptığı beyaz bir liva’ verilmiştir.

1730. (4) Resulullah (AS)’ın el-Ebvâ’ya karşı yapmış olduğu sefer: Bayraktarlığını Hamza’nın yaptığı beyaz bir liva’ verilmiştir (İbn Sa’d, II/1, s. 3). Aynı bilgi Taberî’de de yer alır.

1731. (5) Resulullah (AS)’ın Buvât’a karşı yapmış olduğu sefer: Bayraktarı Sa’d ibn Ebî Vakkâs olan beyaz liva’ (İbn Sa’d, II/l, s. 4).

1732. (6) Kurz el-Fihri’yi takip için Resulullah’ın çıktığı sefer: Ali ibn Ebî Tâlib’in bayraktarlığını yaptığı beyaz livâ (İbn Sa’d, II/l, s. 4).

1733. (7) Resulullah’ın Zu’1-Uşeyre seferi: Hamza’nın taşıdığı beyaz liva’ (İbn Sa’d, II/l, s.4).

1734. (8) Resulullah’ın da katıldığı Bedir savaşında, bayraktarlığını Mus’ab’ın yaptığı beyaz liva’. Ayrıca el-Ukâb denilen ve Ali’nin taşıdığı, ayrıca Sa’d ibn Mu’âz el-Ensârî’nin bayraktarlığını yaptığı iki siyah râye, Resulullah’ın huzurunda tutulmuştur (bk. İbn Hişâm, s. 432-433). İbn Sa’d’e göre (II/1, s. 8) ise üç tane liva’ olup, Muhacirlere ait ve daha büyük olanı Mus’ab’ın elinde, Ensâr’dan Hazreçlilere ait olan el-Hubâb el-Munzir’in elinde, yine Ensâr’dan Evslilere ait olan livâ ise Sa’d ibn Mu’âz’ın elinde bulunuyordu. Mekkeli düşmanların da üç adet livâ’ları vardı: Bunlardan birini Ebû ‘Azîz ibn Umeyr, birini en-Nadr ibn il-Hâris ve üçüncüsünü de Talha ibn Ebî Talha taşımaktaydı. Bu bayraktarların her üçü de Abdu’d-Dâr’ların kabilesine mensup idiler (İbn Sa’d, II/l, s. 8).

1735. (9) Resulullah’ın Benû Kaynukâ’ya karşı çıktığı seferde Hamza beyaz bir livâ taşımış ve râye’ye yer verilmemiştir (İbn Sa’d, II/l, s. 19).

1736. (10) Karkaratu’l-Küdr’e karşı Resulullah’ın çıktığı sefer: Bayraktarlığını Ali’nin yaptığı ve rengi konusunda elimizde net bir bilgi bulunmayan bir livâ taşınmıştır (İbn Sa’d, II/l, s. 21).

1737. (11) Resulullah (AS)’ın Uhud seferinde üç adet mızrak getirilerek, bunlara üç ayrı liva’ bağlanmıştır; Evslilerinkine Useyd ibn Hudayr, Hazreçlilerinkine el-Hubâb ibn el-Munzir ve Sa’d ibn Ubâde, Muhacirlerinkine ise ‘Ali ve Mus’ab bayraktarlık yapmıştır (İbn Sa’d, II/l, 26-27). Aynı kaynağa ait bir başka rivayete göre (s. 28), Resulullah (AS), Bedir’de yenilmelerine rağmen Mekkeli müşriklerin Abdu’d-Dâr’lardan tevarüs ettikleri sancaktarlığı sürdürdüklerini görünce, “bizim bu konuda daha sadık davranmamız gerekir” diyerek, sancağını Mus’ab’a vermiştir. Bu sahabe şehit düşünce, Müslümanların cesaretlerini yitirip dağılmamaları için, Mus’ab’a benzeyen bir melek sancağı taşımaya devam etmiştir (a.g.e., s. 29). İbn Hişâm’a göre (s. 566-567), Mus’ab şehit edilince, Resulullah liva’yı Ali’ye vermiştir... Uhud’da savaşın kızıştığı bir sırada, Resulullah Ensâr’ın râye’si altına oturmuş ve Ali’ye “Râye’yi ilerletmesi” emrini göndermiştir.

1738. (12) Resulullah (AS)’ın Hamrâ’ul-Esed’e düzenlediği sefer: Daha bir gün önce Uhud savaşında kullanılmış olan livâ, çekildiği mızraktan indirilmeden buraya gelinmişti. Bayraktarlığını Ebû Bekir ya da Ali yapmıştır (İbn Sa’d, II/l, s. 34).

1739. (13) Ebû Salime’nin Katan’a karşı düzenlediği sefer: Bir liva’ kullanılmıştır (İbn Sa’d, II/l, s. 35).

1740. (14) Resulullah’ın ikinci kez Bedir’e düzenlediği seferde, Ali bir livâ taşımıştır (İbn Sa’d, II/l, 42).

1741. (15) Resulullah’ın el-Mureysî’ye karşı düzenlediği seferde Muhacirlerin râye’sini Ebû Bekir, Ensâr’ınkini ise Sa’d ibn Ubâde taşımıştır (İbn Sa’d, II/l, s. 45).

1742. (16) Hendek savaşı: Düşman, Mekke’den hareket ederken livâ’sını Abd ed-Dâr’ların kabilesinden Osman ibn Talha’ya emanet etmişti (İbn Sa’d, II/l, s.47). Elimizde Resulullah’ın bayrağı ile ilgili bilgi bulunmamaktadır.

1743. (17) Resulullah (AS)’ın Gâbe seferinde bir mızrağın ucuna çekilen livâ’yı Mikdâd ibn Amr taşımıştır (İbn Sa’d, II/1, s. 58).

1744. (18) Abdu’r-Rahmân ibn Avf’ın Dûmetu’l-Cendel seferi: Resulullah, “kumandanın sarığını bizzat kendi eliyle sarmış,” daha sonra Bilâl’e, livâ’yı kendisine emanet etmesini emretmiştir (İbn Hişâm, s. 992).

1745. (19) Resulullah (AS)’ın Hayber seferi: Ali’nin taşıdığı beyaz râye kullanılmıştır (İbn Hişâm, 756). Bir gün kalelerden birine hücum etmesi için bir birlik gönderen Resulullah, râye’sini Ebû Bekir’e emanet etmiş, ama sefer başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Ertesi gün râye’yi Ömer’e emanet etmiş ve yine bir sonuç alamamıştı. Nihayet üçüncü gün onu Ali’ye verdi ve bu defa zafer gerçekleşti (a.g.e., s. 761-762). Çok değerli bilgiler veren İbn Sa’d ise (II/l, s. 77), Resulullah (AS)’ın Hayber’e vardığında birçok râye dağıttığını belirtir. O zamana kadar sadece liva’ kullanılmaktaydı. Râye’ler ise ancak Hayber savaşından sonra ortaya çıkmıştır. Resulullah’ın siyah renkli râye’si, hanımı Ayşe’ye ait bir kaftan ya da sırt atkısından (bürd) dikilmişti ve bu râye’ye Ukâb deniliyordu. Beyaz renkli livâ’sını Ali’ye emanet etmişti. Hazreçli el-Hubab ibn el-Munzir’e ve Evsli Sa’d ibn Ubâde’ye verdiği râye’ler de mevcuttu. İbn Sa’d (II/1, s. 80-81), kalelerden birini fethetmeyi başaran Ali’ye verilen râye’nin hikâyesine de kısaca değinmektedir. Ancak, aynı olayla ilgili olarak Taberî, “râye” ve “livâ” terimlerini birlikte kullanmaktadır. Râye’lerin ilk kez Hayber savaşında ortaya çıkmasıyla ilgili olarak, Sarahsî’ye de (Şerhu Siyeri’l-Kebîr, 5. bölüm) bakılabilir. İbn Kesîr’e göre (Bidâye, VIII, 293), Resulullah’ın Ukâb adı verilen siyah râye’si Ayşe’nin mirt’inden (bürd ile eşanlamlı bir kelime, kaftan) yapılmıştı. Mirt denilen bu beze müreccel de deniliyordu. Lisânu’l-Arab adlı Arapça sözlüğe göre (bk. Râ-Hâ-Lâm maddesi), bu iki kelime hem “müreccel”, hem de (noktasız olarak) “murahhal” şeklinde okunmakta ve yün ve ipek karışımı, bir dokuma türü olan hazz yerine kullanılmaktadır; bu kumaşın üzerinde, yük develerinin sırtına vurulan semerler (rahl) gibi çeşitli desenler bulunmaktadır. Kettânî, et-Terâtîbu’l-İdâriyye (I, 321-322) adlı eserinde, el-Kudâ’î’nin el-İnbâ’ından naklen, Resulullah’ın Râyet’ul-Ukâb’ının siyah yünden yapıldığını belirtir. Aynı yazarın, İbn Cumâ’a’nın Muhtaru’s-Sîre adlı eserinden naklettiğine göre, Resulullah’ın râye’si siyah ve kare şeklindeydi ve üzerinde desen olarak numre mucmele (sık noktalar ?) bulunuyordu.

1746. (20) Mu’te seferi: Resulullah, beyaz renkli livâ’yı Zeyd ibn Hârise’ye emanet etmişti (İbn Sa’d, II/l, s. 93). İbn Hişâm hem livâ (s. 795) hem de râye (s.794, 795, 796) terimini kullanmaktadır. Taberî ise sadece râye’den söz eder.

1747. (21) Mekke’nin Fethi sırasında Resulullah, Kudeyd’e vardığı zaman, farklı kabilelere ait askeri kıtalara ayrı ayrı livâ’lar teslim etti. Resulullah’ın râye’si Sa’d ibn Ubâde’nin elindeydi. Ancak, Resulullah onun Mekkelileri kılıçtan geçirmekle tehdit ettiğini duyunca, râye’yi onun elinden alarak oğlu Kays ibn Sa’d ibn Ubâde’ye verdi... Resulullah’ın çadırı el-Hacûn’a kurulmuştu. Zubeyr ibn el-Avvâm oraya kadar kendi râye’si ile beraber gidip onu oraya dikti (İbn Sa’d, II/1, s. 97-98). İbn Kesîr (Bidâye, VIII, 293), Sünen adını taşıyan dört hadis kitabını kaynak göstererek, Mekke’nin fethedildiği gün Resulullah’ın livâ’sının beyaz renkli olduğunu belirtmektedir.

1748. (22) Resulullah, Huneyn’de Ordunun fecir vaktinden itibaren yerlerini almalarını emretmiş ve livâ ve râye’leri dağıtmıştı: (Askerlerin sayısının çokluğu nedeniyle) çok sayıda bayrak vardı. Örneğin, Muhacirlerden Ali’nin elinde bir livâ, Sa’d ibn Ebî Vakkas ve Ömer’in elinde de birer râye bulunuyordu. Hazreçlilerden el-Hubâb ibn el-Munzir’in elinde bir livâ ve yine aynı kabileden Sa’d ibn Ubâde’nin elinde de bir başka livâ vardı. Evslilerin livâ’sı, Useyd ibn Hudeyr’in elindeydi; Evs ve Hazreçlilerin her boyu (batn’ı) için bir livâ ya da bir râye mevcuttu. Aynı şekilde, Arabistan’daki çeşitli kabilelere ait kıtaların her birinde, ünlü kişilerin taşıdığı livâ ve râye’ler mevcuttu (İbn Sa’d, II/1, s. 108). Makrizi’nin el-İmtâ’ adlı eserinde (I, 405) ifâde ettiğine göre ise, Muhacirlerin râye’leri siyah, Evs ve Hazreçlilerden oluşan Ensâr’ın râye’leri ise yeşil ve kırmızı idi..

1749. (23) ‘Ali’nin Tayy’lara karşı düzenlediği seferde siyah bir râye ve beyaz bir liva’ mevcuttu (İbn Sa’d, II/1, s. 118).

1750. (24) Tebûk’de Resulullah: Ensâr’a ve diğer kabilelere mensup birliklerin her birinde bir liva ya da bir râye bulunmaktaydı (İbn Sa’d, II/1, s. 119).

1751. (25) Ali’nin Yemen’e düzenlediği sefer: Resulullah ona bir liva vermiş, kendi eliyle de sarığını sarmıştır (İbn Sa’d, II/1, s. 122).

1752. (26) Usâme’nin Filistin seferi: Bureyde ibn el-Huseyb el-Eslemî’nin taşıdığı bir liva mevcuttu (İbn Sa’d, II/1, s. 136).

1753. (27) Medine mescidinde büyük bir kalabalığın toplandığı bir gün, siyah bir râye görülmüş ve hadisi nakleden râvînin sorması üzerine, kendisine Amr ibn el-As’ın askerî bir seferden dönmekte olduğu cevabı verilmiştir (İbn Mâce, 24. kitap, 20. bölüm).

1754. (28) el-Berâ ibn ‘Azîb şöyle anlatır: “Bir râye taşıyan amcama rastladım. Nedenini sormam üzerine, Resulullah (AS)’ın kendisini ‘Öz babasının hanımı ile nikâhlanan birini ölümle cezalandırmak üzere gönderdiği’ cevabını verdi.” (İbn Hanbel, IV, 297). Burada söz konusu edilen kimsenin bir tek kişi mi, yoksa diğer üyelerin daha sonra kendisiyle buluşacağı bir birlik komutanı mı olduğunu bilemiyoruz.

1755. Biz burada, herkesin bildiği, ancak kaynakların bayrak sorunu gibi küçük bir ayrıntıya girme gereği duymadıkları, bilinen diğer askerî seferlerden bahsetmedik.

1756. Ayrıntılarını yukarıda verdiğimiz bu 28 askerî sefer arasından, 9, 19, 21 ve 22 numaraları ile gösterilmiş olanlar özellikle dikkatimizi çekmektedir. Zira, Hayber savaşından önceki seferlerde râye diye bir şey olmadığı, sadece livâ’dan söz edildiği; Hayber seferi sırasında ise hem livâ hem de râye’lerin bulunduğundan söz edilmektedir Belki de bunun nedeni, savaşçıların sayısının nispeten çok sayıda (yaklaşık 1600) olması ve çok sayıda hisarın bulunması nedeniyle askerin geniş bir alana yayılması idi. Bayrakların sayıca çok olmasına İbn Sa’d de değinmiştir. Fakat aynı yazar, 15. sırada anlatılan savaşta durumun aksi yönde olduğunu ifade etmektedir; 8. sırada verilen bilgi de, biraz keyfî gibi gözükmekte ve o sırada cereyan eden olayların akışına ters düşmektedir. Zîra ordu içinde çeşitli kökenlere mensup, ancak büyük bir yekün teşkil eden kimseler olduğu zaman, her topluluğun kendisine ait farklı bir grup oluşturması ve ayrı bir bayrağa sahip olması gerekiyordu. İbn Sa’d’ın da bizzat kabul ettiği gibi (III/1, 151), Resulullah sürekli olarak, Muhacirlerle Ensâr ve Ensâr içinde de Evs ve Hazrec arasında bazı hassasiyetlerin oluşabileceği kaygısını taşıyordu.

1757. l ve 2 numaralarda gördüğümüz gibi, aynı nesne, bazı kaynaklar tarafından livâ, bazıları tarafından ise râye olarak adlandırılmaktadır. Bu durum, her iki terimin de aslında eşanlamlı olduğunu, birbirlerinin yerine kullanılabileceğini ve henüz Hayber dönemindeki teknik anlamı kazanmadığını, ancak savaştan sonra baş komutanın livâ edinme, ordudaki farklı birliklerden her birinin ise râye edinme hakkını elde ettiklerini kanıtlamaktadır.

Livâ ve Râye Arasındaki Fark

1758. Livâ sözcüğü aslında sarılıp dürülen, yani teşhire ihtiyaç duyulmadığı zaman, üzerine bağlandığı bir tür mızrağa sarılarak kaldırılan kumaş parçası demektir. Râye sözcüğünün aslı ise “görmek”ten gelir ve kendisine ya da düşmana ait kuvvetlerin merkezini gösteren şeye, yani itibarî olarak komutanın bulunduğu yere işaret eder. Arapça’da “bayrak” anlamına gelen başka eşanlamlı kelimeler de vardır. Ancak biz, Resulullah’ın hayatıyla ilgili eserlerde bunlara rastlamadık; bunlarla vakit kaybedecek de değiliz. Belki şöyle denebilir: Bayrak, gerekli görüldüğü zaman göndere çekiliyor ve kullanılmadığı zaman gönderle birlikte dürülüp kaldırılıyorsa buna livâ denmekte; her kullanımdan sonra, bayrak takılı bulunduğu gönderden çıkarılıyorsa, buna da râye denmektedir. Belki de o devirde livâ ya da râye kullanmak, Devlet Başkanı ya da Ordu komutanının zevk ve eğilimine kalmış bir husustu. Bu bayrakların boyutları da, doğal olarak başkomutan ya da ona bağlı alt kademelerdeki komutanlara ait olmalarına göre değişiyordu.

Çeşitli Bilgiler

1759. a) Sa’d ibn Mâlik Ebu’1-Kanûd el-Ezdî adında bir kimse, İslâm’a girdiğini göstermek üzere Medine’ye gelmiş ve Resulullah da onu kabilesine başkan tâyin ederek, ona üzerinde beyaz bir hilâlin bulunduğu siyah bir râye teslim etmiştir (İbn Hacer, İsâbe, Nº 4083, Kettânî, Terâtîb, I, 320).

1760. b) Resulullah (AS), Ebû Zur’a et-Tumâlî’ye (ya da es-Sumâlî) kendisini kabile başkanı olarak tâyin ettiğini göstermek üzere bir râye vermiştir. Burada söz konusu edilen şey, 1x1 zira’ ölçülerinde beyaz bir ruk’a (deri parçası ?) idi (Kettânî, a.g.e., I, 320, İbn Minde’den naklen).

1761. c) Kettânî, en-Nesâî ve Ebû Dâvud’dan naklen, Mekke’nin fethedildiği gün Resulullah’ın livâ’sının sarımtırak beyaz renkte (ebyad’ul-asfar) olduğunu beyân etmektedir (I, 321). Ben en-Nesâî’de böyle bir kayda rastlamadım; Ebû Dâvud’daki (Kitâbu’l-Cihâd, 69. bölüm) anlatımda ise, bayrağın sadece beyaz olduğu belirtilmektedir. İbn Mâce de aynı görüştedir (Sünen, 24. bölüm, 20. fasıl). Kettânî (a.y.), Ebû Dâvud’dan naklen, Resulullah’ın râye’sinin “siyahımsı sarı” (safra’ul-ağbar) olduğunu söylerken, Ebû Dâvud’a ait metinde (a.y.) iki farklı anlatım yer almaktadır: Bunlardan birine göre râye, siyah, kare şeklinde ve numra (noktalı ya da farklı renklerde çizgili) denilen bir kumaştan yapılmıştı. Diğer anlatıma göre “Onun râye’si sarı idi”; Ebû Dâvud iki anlatımı birbirine karıştırmamakta ve bayrakların rengini ayrı tutmaktadır. Kettânî (a.y.) İbn Cumâ’a’nın Muhtâr’us-Sîre adlı eserine dayanarak, Resulullah’ın livâ’sının koyu siyah (ağbar’ul-esved) renkte olduğunu beyân etmektedir. Ancak ben, hadisi teyit etmek için, söz konusu esere (elyazması ?) ulaşma imkânı bulamadım.

1762. d) İbn Abbâs’a göre, Resulullah’ın livâ’sı üzerinde “Kelime-i Tevhîd” yazılı idi (Kettânî, a.g.e., I, 322; ancak yazarın kaynaklarının doğrulanabilirliği biraz zor görünüyor).

1763. e) Resulullah’ın râye’lerinden birinin adı Ukâb (kartal), diğerininki ise Rîbe idi (Kettânî, a.g.e.).

1763/1 f) Abdu’r-Rahman ibn ‘Avf, Dûmetu’l-Cendel’e gönderilmişti. Resulullah, onun sarığını bizzat kendisi sarmış ve Bilâl’e, ona bir liva vermesini emretmişti. Daha sonra da kendisine askerî seferle ilgili bazı talimatlar vermişti (İbn Hişâm, s. 991-92).

Sonuç

1764. Burada bir araya getirilen bilgilerden çıkarılacak sonuca göre, Resulullah zamanında orduya mahsus, farklı renklerde en az iki çeşit bayrak bulunuyordu. Bir kimseyi kabilesine başkan olarak tâyin ederken, Resulullah ona bir bayrak teslim ediyordu. Muhtemelen, kabileye ait birliğin savaş sırasında merkezî hükümetin ordusuna katılması durumunda, bu bayrak onları diğer kabilelerin askerlerinden ayırt ediyordu; ama, barış zamanlarında da bu bayrak, kabile başkanının hemen yanı başında çekili dururdu.

1765. Muhtemelen Resulullah’ın seferden sefere değişmeyen özel bir bayrağı vardı. Pek tabii olarak, bu bayrağı, kendisinden başka birinin komuta edeceği seferlere çıkılırken kimseye teslim etmezdi.

1766. Büyük bir ordu içinde, çeşitli kabilelere mensup farklı kıtaları temsil eden bayrakları saymazsak, başkomutanın sancağının yanı sıra, öncü, sağ kanat, sol kanat, merkez, artçı kuvvet, süvari gibi farklı birlikleri yöneten komutanlardan her birinin flamaları olduğunu düşünmek gayet doğal ve makuldür.
 
Üst Alt